Arama Sonuçları
Boş arama ile 228 sonuç bulundu
- Kendimi Sevmiyorum: Neden Böyle Hissediyorum? Bu Durumu Nasıl Çözebilirim?
Kendinize karşı hissettiğiniz sevgisizlik, yalnızca moralinizi değil aynı zamanda sosyal ilişkilerinizi, iş yaşamınızı ve günlük motivasyonunuzu da derinden etkileyebilir. Ancak kendini sevmeme durumu tamamen değiştirilebilir bir deneyimdir. Bu yazıda, ''kendini sevme'' konusunun önemini, hangi düşünce ve duyguların bu olumsuz hissi tetiklediğini ve terapi yoluyla kendinize daha şefkatli bakmayı nasıl öğrenebileceğinizi keşfedeceksiniz. İyi okumalar dilerim. Kendimizi Neden Sevemiyoruz? Genellikle çocukluk yıllarında oluşan veya zorlayıcı yaşantılarla şekillenen bazı düşünce kalıpları, kendimizi değersiz hissetmemize neden olabilir. Örneğin: Olumsuz Çocukluk Deneyimleri : Özellikle çocukluk döneminde yaşanan ihmal, kötü muamele ya da aşırı eleştirilme, kişinin kendine olan güvenini ve sevgisini zedeleyebilir. Aile içindeki eleştiriler ya da sevgi gösterilmeyen ortamlar, bireyin değersizlik hissi geliştirmesine neden olabilir. Yüksek Beklentiler ve Mükemmeliyetçilik : Kendinden her zaman mükemmeli bekleyen insanlar, hedeflerine ulaşamadıklarında yetersizlik hissine kapılırlar. Bu sürekli başarısızlık hissi, kişinin kendini sevmesini zorlaştırır. Toplumsal Kıyaslamalar : Sosyal medyada ya da çevredeki insanlarla sürekli kıyaslanmak, bireylerin kendi değerlerini sorgulamalarına neden olabilir. Başkalarıyla kendini kıyaslayarak eksiklik hissi geliştirmek, özgüveni zedeler. Kronik Eleştiri ve Özeleştiri : Sürekli olarak kendini eleştiren ve başarısızlıklarına odaklanan bireyler, olumlu özelliklerini göz ardı edebilirler. Özellikle öz eleştiriyi aşırıya kaçıran bireylerde, bu durum kişinin kendine karşı olumsuz bir bakış açısı geliştirmesine yol açabilir. Travmatik Deneyimler : Travmatik olaylar, bireyin kendini yetersiz, değersiz veya çaresiz hissetmesine neden olabilir. Travma sonrası kendini suçlama veya kendini değersiz görme eğilimi, bireyin kendisini sevmesini zorlaştırabilir. Psikolojik Sorunlar : Depresyon, anksiyete veya düşük benlik saygısı gibi psikolojik sorunlar, kişinin kendine karşı olumsuz düşünceler geliştirmesine yol açabilir. Özellikle depresyon, kişinin kendini yetersiz ve değersiz hissetmesine neden olan düşünce kalıplarını tetikler. Kendi kendinize ''Neden böyle hissediyorum?'' diye sorduğunuzda, içsel eleştirilerin kaynağına ve bu düşünceleri nasıl değiştirebileceğinize dair iç görü kazanmak önemlidir. Bu noktada terapi, kendinizi keşfetmek için sağlıklı bir yol sunar. Terapinin Gücü: Kendinize Şefkatle Bakmayı Öğrenmek Terapide, kendinizi daha derinlemesine anlamak ve olumsuz düşünce kalıplarınızı yeniden şekillendirmek üzerine çalışabilirsiniz. Özellikle bilişsel davranışçı terapi (BDT) gibi yaklaşımlar, düşüncelerinizin duygularınızı nasıl etkilediğini görmenize yardımcı olur. Ayrıca, kendinizle olan ilişkinizi olumlu hale getirmek için bazı teknikler kullanılır. Kendine Şefkat: İçsel eleştirileri azaltarak kendinize sevgi dolu ve şefkatli bir yaklaşım geliştirmek. Olumlu İçsel Diyalog: Eleştiri yerine yapıcı bir içsel diyalog oluşturmak. Kendi Değerlerinizi Tanıma: Kendinizin güçlü yönlerini tanımlamak ve bu özellikler üzerine odaklanmak. Terapinin Getirdiği Olumlu Değişimler Kendini sevme ve kabul etme becerisi, terapiyle birlikte gelişebilir. Terapinin sağladığı bu içgörü ve farkındalık, özsaygınızı güçlendirir ve ilişkilerinize de olumlu şekilde yansır. Kendinize dair olumlu bir bakış açısı kazanmak için destek almayı düşünüyorsanız, İzmir, Karşıyaka Alaybey'de bulunan Altuğ Psikoloji, Psikoloji ve Danışmanlık Merkezi olarak yanınızdayız. Kendi değerinizi keşfetme yolculuğunuzda size rehberlik edecek uzmanlarımızla tanışabilir, online veya yüz yüze terapi seçeneklerimizden yararlanabilirsiniz. Ayrıca 15 dakikalık ücretsiz online tanışma görüşmesi de terapiye adım atmak konusunda size yardımcı olabilir. Sağlıkla ve sevgiyle kalın.
- Beni Gerçekten Seviyor mu?
İlişkiler karmaşık ve çok katmanlıdır. Bazen partnerimizin davranışları, onları gerçekten sevip sevmediğimizi sorgulamamıza neden olabilir. ''Beni gerçekten seviyor mu?'' sorusu, çoğu kişinin ilişkisinde zaman zaman aklından geçirdiği bir sorudur. Bu yazıda, sevgiyi anlamanın yollarını, partnerinizin davranışlarının arkasındaki duygusal şifreleri ve bu konuda kendinize sormanız gereken önemli soruları ele alacağız. Keyifli okumalar! Sevgi ve Davranışlar: İlişkinin Temel Taşı Sevgi, sadece kelimelerle ifade edilmez; çoğu zaman davranışlarımızla ortaya çıkar. Birinin sizi sevip sevmediğini anlamanın en iyi yollarından biri, onun davranışlarına dikkat etmektir. İlgi Gösterme: Partneriniz sizinle vakit geçirme isteğini gösteriyorsa bu genellikle onun sizi sevdiğinin bir işareti olabilir. Beraber planlar yapıyor, hayallerinizden bahsediyor ya da sizin için küçük sürprizler hazırlıyorsa, bu sevgi dolu bir yaklaşımın göstergeleridir. Destek Olma: Zor zamanlarınızda yanınızda olan bir partner, duygusal bağının güçlü olduğunu gösterir. Onun sizi desteklemesi, hayallerinize inancı ve hedeflerinize yardımcı olması onun sizi sevdiğini gösterir. Fedakarlık Yapma: Partneriniz, sizin mutluluğunuz için kendinden ödün veriyorsa, bu ciddi bir sevgi işareti olabilir. Bu, küçük bir konuda veya büyük bir fedakarlıkta olabilir; önemli olan niyetin samimiyetidir. İletişim: Açık ve dürüst bir iletişim, sağlıklı bir ilişkinin temelidir. Partnerinizle duygularınızı, düşüncelerinizi ve endişelerinizi paylaşabiliyorsanız, bu aranızdaki bağı güçlendirir. Kendi İlişkinizi Sorgulamanız İçin Sorular İlişkinizdeki hislerinizi daha iyi anlayabilmek için kendinize sorabileceğiniz bazı önemli sorular şunlardır: Partnerimin davranışları beni mutlu ediyor mu? Zor zamanlarımda yanımda mı? Birlikte geleceği nasıl hayal ediyoruz? İlişkimizde her iki tarafın da ihtiyaçları göz önünde mi bulunduruluyor? İlişkide kendimi değerli hissediyor muyum? Psikolojik Bir Bakış Sağlıklı ilişkilerin temeli, karşılıklı sevgi, saygı ve destek üzerine inşa edilir. Sevgi, yalnızca duygusal bir durum değil aynı zamanda fiziksel ve psikolojik bir deneyimdir. Bağlanma Teorisi: Psikolog John Bowlby’nin geliştirdiği bağlanma teorisi, insanların çocukluktan itibaren bağlılık kurma biçimlerinin, yetişkinlikteki ilişkilerini etkilediğini öne sürer. Bağlanma stilleri; güvenli, kaygılı ve kaçıngan olmak üzere üç ana kategoriye ayrılır. Güvenli bağlanan bireyler, ilişkilerinde daha az kaygı yaşar ve duygusal olarak daha sağlam bir temele sahip olurlar. Bu bağlamda; partnerinizin bağlanma stilini anlamak, onun sizi ne ölçüde sevdiğini kavramanıza yardımcı olabilir. Örneğin, kaygılı bağlanma stiline sahip biri, sürekli olarak sevgi ve onay arayışında olabilirken, kaçıngan bağlanma stiline sahip biri, duygusal yakınlıktan kaçınabilir. Duygusal Zeka: Duygusal zeka, bir kişinin kendi duygularını ve başkalarının duygularını anlama yeteneğini ifade eder. Yüksek duygusal zekaya sahip kişiler, duygusal ihtiyaçları daha iyi anlayabilir ve bu bağlamda daha sağlıklı ilişkiler geliştirebilirler. Duygusal zeka; empati kurabilme, duygusal tepkileri yönetme ve sosyal ilişkileri güçlendirme becerilerini içerir. Partnerinizin duygusal zeka düzeyini anlamak, ilişkinizdeki iletişimi ve bağınızı güçlendirebilir. ''Beni gerçekten seviyor mu?'' sorusu, ilişkilerde belirsizlik yaşayan bireyler için oldukça önemli bir meseledir. Davranışların arkasındaki duygusal şifreleri çözmek, sağlıklı bir ilişkinin temellerini anlamak açısından kritik öneme sahiptir. Unutmayın ki, her ilişki kendine özgüdür ve önemli olan duygularınızı açıkça ifade edebilmek ve sağlıklı bir iletişim kurabilmektir. Eğer hala belirsizlik yaşıyorsanız, profesyonel bir terapistten destek almak, duygusal karmaşayı çözmek ve ilişkinizi daha sağlam bir temele oturtmak için iyi bir adım olabilir. İzmir, Karşıyaka, Alaybey'de bulunan Altuğ Psikoloji, Psikoloji ve Danışmanlık Merkezi olarak sizlerin psikolojik sağlığını desteklemek için uzman kadromuzla hizmet vermekteyiz. Dilerseniz yüz yüze veya online terapi seçeneklerimizden birini seçebilir veya 15 dakikalık online ücretsiz tanışma görüşmesinden faydalanabilirsiniz. Sağlık ve sevgiyle kalın.
- Kronik Stresin Beyin Yapısına Etkisi: Kalıcı Değişimler Nasıl Oluşur?
Kronik Stres Nedir? Kendinizi sürekli olarak bir gerginlik içinde mi buluyorsunuz? Bu durum, sıradan bir stres anından çok daha fazlasını ifade ediyor olabilir. Günlük hayatımızın karmaşası içinde birçok insan kronik stres altında yaşıyor ancak bunun beynimizde nasıl derin bir etki bıraktığını gözden kaçırabiliyoruz. Peki, kronik stres beyinde kalıcı değişikliklere yol açabilir mi? Beynimiz, bir süre sonra bu sürekli alarm durumuna nasıl bir cevap verir? Gelin, beynin bu karmaşık yapısına bir göz atalım ve kronik stresin sinir sistemimizdeki izlerini keşfedelim. Kronik stres, stresin sürekli bir hale gelmesi anlamına gelir ve çoğu insan bunu yaşam tarzının bir parçası olarak kabullenir. Ancak bu durum beynimizi ve dolayısıyla hayatımızı derinden etkiler. İşte bu yazımızda stresin beyinde nasıl kalıcı değişimlere yol açtığını, hangi yapıların etkilendiğini ve bu durumun duygusal, zihinsel, hatta fiziksel sağlığımıza nasıl zarar verdiğini ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. Şimdiden herkese keyifli okumalar dileriz! 1. Beynin Stresle Mücadelesi: İlk Tepkiler Beynimiz, tehlike anında bizi korumak için hızlı bir tepki verir. Bu tepkiler, ''savaş ya da kaç'' adı verilen bir mekanizmayla tetiklenir. Bu mekanizmayı tetikleyen şey, Hipotalamus-Hipofiz-Adrenal (HPA) Ekseni adı verilen bir sistemdir. Bu sistem, stres hormonları olan kortizol ve adrenalin üretimini hızlandırır ve bu sayede daha tetikte oluruz. Akut stres durumlarında işe yarayan bu mekanizma bizi hızla harekete geçirir. Ancak kronik stresle başa çıkmada bu sistem yetersiz kalabilir. Düşünün, bu alarm sisteminin sürekli çalıştığını hayal edin. Beyin, sürekli bir tehdit algısı içinde olduğunda ne olur? Kortizol üretimi sürekli artar ve bu hormonların uzun süreli varlığı, beyindeki bazı hassas bölgeleri etkileyerek kalıcı değişikliklere neden olur. 2. Kronik Stresin Beyin Yapısına Uzun Vadeli Etkileri Kronik stresin beynimizde en belirgin etkilerini, üç ana bölgede görmekteyiz: Hipokampus , Amigdala ve Prefrontal Korteks . Hipokampus : Beynimizin hafıza ve öğrenme merkezi olan hipokampus, kronik strese karşı son derece hassastır. Sürekli stres altında kaldığımızda hipokampustaki sinir hücrelerinin zarar görmesi ve hatta azalması mümkündür. Bu durum, hafıza sorunlarına ve öğrenme güçlüklerine neden olabilir. Hiç önemli bir bilgiye odaklanmakta zorlandığınız ya da yeni bir şey öğrenirken zorluk çektiğiniz oldu mu? Belki de bunun sebebi, kronik stresin hipokampusu etkileyerek hafıza ve öğrenme becerilerinizi zayıflatmasıdır. Amigdala : Beynin duygusal yanıt merkezi olan amigdala, kronik stres altında daha da aktif hale gelir. Bu durum, daha hassas bir duygusal tepki verme eğilimimizi artırır. Günlük olaylara gereğinden fazla tepki verdiğiniz oluyor mu? Belki de amigdalanızın stres etkisi altında kalması sizi bu tür aşırı duygusal tepkilere yönlendiriyordur Prefrontal Korteks : Planlama, karar verme ve dürtü kontrolü gibi işlevleri yöneten prefrontal korteks de kronik stresin etkisi altında kalabilir. Stresin bu bölgedeki etkisi; kontrolsüz dürtüler, ani kararlar ve düşünmeden hareket etme gibi durumlara yol açabilir. Prefrontal korteks, ''bizi koruyan mantıklı ses'' gibidir ama stres altında bu ses kısılmaya başlar. 3. Sinir Bağlantıları Üzerindeki Etkiler Sinir hücrelerinin birbirleriyle iletişimini sağlayan sinaptik bağlantılar, kronik stresin etkisiyle zayıflar. Bu durum, beynimizin sinaptik plastisite denilen yeteneğini, yani öğrenme ve adaptasyon becerilerini olumsuz etkiler. Peki ya beyin, yeni bilgiye daha zor adapte olmaya başlarsa? Bu durum sürekli stres altında kalan bir beyinde yaşanan kaçınılmaz bir durumdur. Nöronal Bağlantı Zayıflığı : Sinir hücreleri arasındaki bağlantılar zayıfladığında öğrenme, hafıza ve dikkati sürdürebilme gibi işlevler de etkilenir. Böyle bir durumda daha önce kolayca yapabildiğimiz şeyleri yaparken zorlandığımızı hissedebiliriz. Dopamin ve Serotonin Üretimi : Beyin, kronik stresin etkisiyle, mutluluk ve ödül sistemleri üzerinde olumsuz bir değişime uğrar. Bu hormonların azalması motivasyon eksikliğine ve duygu durum bozukluklarına yol açabilir. 4. Kalıcı Değişim Mekanizmaları: Nöroinflamasyon ve Hücre Ölümü Kronik stres, beyinde iltihaplanmaya (nöroinflamasyon) neden olabilir. Bu iltihaplanma, beynin birçok bölgesini etkileyebilir ve apoptoz adı verilen hücre ölümünü tetikleyebilir. Sürekli kortizol varlığı, beyin hücrelerinin zamanla işlevlerini kaybetmesine yol açar. Kronik stres altında beyin, kendi hücrelerine zarar veren bir sistem içinde kalır ve kalıcı değişiklikler başlayabilir. Nörojenez Üzerindeki Etkiler : Kronik stres, yeni beyin hücrelerinin oluşumunu engeller. Bu durum, beyinde tamir sürecini yavaşlatır ve uzun vadeli kalıcı değişikliklerin temelini oluşturur. Beyninizin kendini yenileyemediğini düşünün; bu durum, hafıza ve öğrenme yeteneğinde ciddi zayıflamalar anlamına gelir. 5. Kronik Stresin Psikolojik ve Davranışsal Sonuçları Nelerdir? Beyindeki bu fiziksel değişimler, ruh sağlığımıza ve davranışlarımıza da yansır. Kronik stres, anksiyete ve depresyon gibi ruhsal bozukluklara yol açabilir. Beyin yapısındaki değişimlerle birlikte, bellek zayıflaması, dikkat eksikliği ve duygusal dengesizlikler yaşanabilir. Bilişsel Gerileme : Kronik stres, öğrenme, problem çözme ve bilgi hatırlama gibi zihinsel süreçleri zorlaştırır. Hangi durumlarda kendinizi bunalmış ve olayları takip edemez halde buluyorsunuz? Duygusal Düzenleme Zorlukları : Beyin yapısındaki değişiklikler, duygu kontrolünü zorlaştırır ve bizi daha hassas ve tepkili hale getirir. Hiç duygularınızın kontrolünüz dışında olduğunu hissettiğiniz oldu mu? 6. Stresin Beyin Üzerindeki Etkilerini Azaltmak için Yöntemler Nelerdir? Beynimizi kronik stresin olumsuz etkilerinden korumak mümkün mü? Bu sorunun cevabı evet ve bunu sağlamak için bazı etkili yöntemler mevcut. Bilinçli Farkındalık ve mindfulness: Mindfulness gibi farkındalık teknikleri, kortizol seviyesini düşürerek beynin stres altında daha sakin ve yapıcı kalmasını sağlar. Fiziksel Aktivite : Egzersiz, beyinde endorfin ve dopamin salınımını artırarak mutluluk hissini destekler. Uyku Düzeni : Kaliteli uyku, beyin hücrelerinin yenilenmesi için kritik öneme sahiptir ve stres seviyelerini azaltmada oldukça etkilidir. Beslenme : Omega-3 gibi sağlıklı yağ asitleri içeren besinler, beyin sağlığını destekleyerek kronik stresin zararlarını azaltabilir. Bu konuda destek almak için öncelikle bir hekime başvurmanızı tavsiye ederiz. Profesyonel Destek : Terapi ve psikolojik destek, stresin yönetiminde etkili bir rol oynar ve daha iyi hissetmenize katkı sağlar. Kronik Stresin Önlenmesi Neden Önemlidir? Kronik stresin beyinde neden olduğu kalıcı değişiklikler hem psikolojik hem de fiziksel sağlığımızı etkiler. Erken önlem almak, sağlıklı bir stres yönetimi ve beyin sağlığı için önemlidir. Beynimizi koruyarak daha dengeli ve sağlıklı bir yaşam sürebiliriz. Kendinizi sürekli gergin ve stresli hissediyorsanız, beyninizin size bir mesaj vermeye çalışıyor olabilir mi? Onu dinleyin; belki de yaşamak istediğiniz sağlıklı yaşam için zihinsel sağlığınıza daha fazla dikkat etmenin tam da zamanı gelmiştir. Kronik Stresle Başa Çıkma Yollarını Denemek: Harekete Geçin! Kronik stresin beyin üzerindeki etkilerini öğrendiğimize göre şimdi harekete geçme zamanı. Beynimizi korumak, belki de en değerli yatırımımızdır. Kendinize şu soruları sormayı deneyin: Günlük hayatımda stresi azaltmak için neler yapabilirim? Bilinçli farkındalık ya da günlük kısa ve bana iyi gelecek egzersizlerini denemek nasıl olurdu? Ya da belki de yıllardır yapmayı düşündüğünüz bir hobiyi keşfetmenin tam zamanı gelmiştir. Günün sonunda unutulmaması gereken en önemli şey, beynimizin esnek ve uyum sağlayabilir olduğudur. Bu değişimlerin bazıları kalıcı olsa bile beynimiz hâlâ yenilenme ve iyileşme potansiyeline sahiptir. Sağlıklı stres yönetimi ve hayatımızda yapacağımız küçük ama etkili değişikliklerle sadece beynimizi değil tüm yaşam kalitemizi daha sağlıklı bir hale getirebiliriz. Beyin Sağlığınızı Korumak İçin Bir Davetimiz Var. 💌 Eğer sürekli stresin etkisinde yaşadığınızı düşünüyorsanız, beyninizi korumak adına bilinçli adımlar atmanın tam vakti. Bu adımlar, bir destek almak, günlük rutinlere mindfulness pratikleri eklemek ya da sağlıklı alışkanlıkları benimsemek olabilir. Unutmayın, stresin beyinde yarattığı kalıcı değişiklikler onunla başa çıkma yollarını öğrenmediğimizde daha da ciddi hale gelebilir. Beyninize iyi bakmak, en önemli yatırımlardan biri olacaktır. Beyin sağlığına dair daha fazla bilgi edinmek, sadece kendimiz için değil, etrafımızdaki insanlar için de önemli olabilir. Sonuçta, sağlıklı bir zihin, sağlıklı bir hayat demektir. Bu konuda veya hayatınızı zorlaştıran diğer pek çok konuda destek almak istiyor ancak nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız sizi 15 dakikalık ücretsiz online tanışma görüşmemize bekliyoruz. Biz İzmir Karşıyaka Alaybey'de bulunan Altuğ Psikoloji, Psikoloji ve Danışmanlık Merkezi olarak sizlere online terapi desteği veya yüz yüze terapi desteği sağlamak için uzman kadromuzla hazırız. Gelin ve psikolojik sağlığınız için sizlerle sonunda sağlık olan bir yola çıkalım. 🪷 Sağlıkla Kalın.
- Travma ve İkincil Travma: Psikolojik Müdahale ve Toplumsal Etkiler
Türkiye gerek kozmopolitik yapısının getirisi olarak gerekse coğrafi koşulları sebebiyle bir “Travma Ülkesi” olarak adlandırılabilir. Travma özellikle insanların, 2010’lu yıllarda ağzından çıkarmadığı depresyon sakızının 2020’li yıllardaki muadili olmasının getirisi olarak bir istismar alanına dönüşmektedir. Özellikle ruh sağlığını tehdit eden bu olgu, bireylerin hassas psikolojilerini etkileyerek derin yaralar açmaktadır. Peki nedir bu travma, hangi koşullarda nasıl kendisini gösterir? Bu soruları cevapladıktan sonra ikincil travmaya ve müdahale programlarına sizlerle değineceğiz. Travma Nedir? Travmayı tanımlarken dikkatli olmak, kavramın yerinde ve doğru kullanılması açısından büyük önem taşır. Travma, bireyin doğasına aykırı olarak gelişen ani ve beklenmedik bir olay sonucunda ortaya çıkan, kontrol edilebilirliği düşük psikolojik bir yaralanmadır. Deprem, şiddet, cinsel istismar, ani kayıplar veya terör saldırıları gibi olaylar, travmatik deneyimlerin başlıca nedenleridir. Bu olaylar, bireyin yaşama ve kendine dair temel güven inancını derinden sarsar. İnsanların çoğu, dünya ve kendiliklerine dair adalet ve güven temelinde bir inanca sahiptir. Örneğin, kimse cinsel istismar veya terör eylemlerinin kendisinin ya da yakınlarının başına geleceğini düşünmez. Ancak travmatik olaylar, bu inancı yok eder ve bireyi derin bir boşluğa sürükler. İnsanların bu tür olaylar karşısında verdikleri tepkiler farklılık gösterse de, travmanın bıraktığı psikolojik hasar her bireyde derin ve kalıcı olabilir. Travma, kişinin kendini güvende hissetmediği bir gerçekliğe zorlar ve bu güvensizlik hissi, zihninde sürekli tekrar eden otomatik bir düşünceye dönüşebilir. Travma Sonrası Stres Tepkileri ve Psikolojik Müdahale Travmatik olay yaşandıktan sonraki ilk süreç oldukça önemlidir. Mağdur, oldukça hassas ve tehlikeye açıktır. Bu noktada ruh sağlığı uzmanlarına oldukça büyük bir iş düşmektedir. Travmatik olaylardan hemen sonra müdahale edilmesi gereken en önemli süreç, mağdurun güvenlik ve fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Sonrasında ise psikolojik ilk yardım devreye girer. Bu aşamada, bireyin yaşadığı duygusal karmaşa ile baş edebilmesine destek olunur. Travmatik olay sonrası stres bozuklukları farklı psikolojik rahatsızlıklara sebebiyet verebilir. Majör depresif bozukluk, genel kaygı bozukluğu, sosyal kaygı bozukluğu, Travma Sonrası Stres Bozukluğu, kimlik çözülmesi örnek gösterilebilir. Sarsıcı olay sonrasında mağdurun bireysel özelliklerindeki değişimler de gözlemlenebilir. Örneğin içedönüklük ya da günlük alışkanlıklarına daha sıkı bir şekilde bağlanarak değişimlerden kaçınma örnek olarak sunulabilir. Bu değişimlere travmada uygulanan psikolojik ilk yardım ve psikososyal gruplardan farklı yaklaşımlarla müdahale edilmelidir. Travmalarınızla Baş Edebilmenizi Sağlayabilecek 4 Farklı Yaklaşım Bilişsel Davranışçı Terapi: Bireyin travmatik olaylarla ilgili olumsuz düşünce kalıplarını ve inançlarını yeniden yapılandırır. Şema Terapi: Kişinin geçmişten getirdiği uyumsuz şemaların (düşünce yapılarının) çözümüne yönelik müdahaleler içerir. EMDR, "Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme": Travmatik anıları işlemede etkili bir yöntemdir. Psiko-eğitimler: Bireylere travma ve psikolojik süreçler hakkında bilgi verilir, bu da onların iyileşme sürecinde bilinçlenmelerine yardımcı olur. Bu yöntemler, danışanın psikolojik iyileşme sürecine katkı sağlayarak, travmanın uzun vadeli etkilerini en aza indirmeyi hedefler. İkincil Travma: Travmatik Deneyimlerin Dolaylı Etkileri Travmatik olaylara doğrudan maruz kalmak zorunda olmasak bile, olayların etkilerini dolaylı olarak yaşayabiliriz. Buna ikincil travma denir. Günümüz dijital dünyasında internet ve sosyal medya, travmatik olayların anında yayılmasına neden olur. 2023 yılında Türkiye'de yaşanan büyük depremler bunun en çarpıcı örneklerindendir. Travma sonrası stres belirtileri yalnızca depremzedelerde değil, deprem bölgesinden uzakta yaşayan bireylerde de gözlemlendi. Görsel medya ve sosyal medyada yayılan sarsıcı görüntüler, bireylerin güven duygusunu zedeleyerek ikincil travmaya neden oldu. Günümüzde internet, hayatımıza pozitif katkılarda bulunan, hayatımızı güzelleştiren ve kolaylaştıran bir teknolojidir. Ancak internetin etkisini bu cümle ile bırakırsak, karanlık yüzünü es geçersek hata yapmış oluruz. İnternetin, bilginin hızlı yayılması üzerine çok etkin bir rolünün olduğuna herkes katılır. Fakat bilginin hızlı yayılması, bilgi kirliliği unsurunu da barındırmaktadır. Bunun yanında internet, olayları tek tıkla herkesin ekranına düşürebilecek bir teknolojidir. Bu kadar hızlı bilgi paylaşımının olduğu bir ortam ikincil travmaya ön ayak olmaktadır. Peki nasıl? Örseleyici ve sarsıcı olaylar, internet ortamında haber edilerek birçok kişiye sunuluyor. Bazıları görsellerle bazıları videolarla bazıları ise sadece röportajlarla destekleniyor. Travmada değindiğimiz dünyanın güvenli bir yer olduğu inancına sahip diğer insanlar bu travmatik haberleri okuyarak, izleyerek inançlarını farkında olmadan da sarsabilmektedirler. Örnek için çok eski zamanlara gitmemize gerek yok. Bütün Türkiye’yi derinden sarsan, 11 ilimizi etkileyen, milyonlarca insanın hayatını değiştiren 2023 depremini ikincil travmayı tanımlarken referans alabiliriz. Blog yazımızın başında belirttiğimiz gibi ülkemiz doğal afetler ülkesi. 2023 Depreminden etkilenmeyen şehirlerde yaşayan fakat deprem potansiyeli olan şehirlerde yaşayan insanların çoğu kendilerini güvende hissetmiyorlar. En ufak sarsıntıya karşı aşırı duyarlılar. Bu durumu pek çok şekilde açıklayabiliriz ama konumuz üzerinden gitmemizde ayrı bir önem var. İnsanlar depremin korkunç yüzünü gerek televizyonda gerekse sosyal medyada yayınlanan görüntülerle, yapılan röportajlarla gördüler. İkincil travma yaşadılar. İkincil Travmanın Belirtileri İkincil travma, doğrudan bir travmatik deneyim yaşamamış bireylerde bile benzer psikolojik semptomların ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu belirtiler, kişinin yaşadığı stres düzeyi ve psikolojik duyarlılığına bağlı olarak farklılık gösterebilir. İkincil travmanın başlıca 8 belirtisi şunlardır: Kaygı ve Huzursuzluk: Sürekli bir endişe hali, geleceğe dair korkular ve yaşanan travmatik olayların yeniden yaşanacağına dair kaygılar. Fiziksel Etkiler: Baş ağrısı, kalp çarpıntısı, baş dönmesi gibi somatik rahatsızlıklar, ikincil travmanın sık görülen fiziksel belirtileridir. Rüyalar: Travmatik olaylarla ilgili kabuslar görme durumu, uyku kalitesini olumsuz yönde etkileyebilir. Sosyal İzolasyon: İletişim kurmada zorluk ve sosyal etkinliklere katılmaktan kaçınma, bireylerin sosyal çevrelerinden uzaklaşmasına neden olabilir. Duygusal Değişimler: Ani öfke patlamaları veya sinir krizi gibi duygusal dalgalanmalar, ruh sağlığını tehdit eden önemli belirtilerdir. Dikkat Dağınıklığı ve Konsantrasyon Bozukluğu: Günlük işlevselliği etkileyen dikkat dağınıklığı ve konsantrasyon zorluğu, ikincil travmanın psikolojik etkilerini yansıtır. Güvensizlik ve Belirsizlik: Tekrar yaşama korkusu ile birlikte, güvenli bir ortamda olma hissinin kaybolması. Suçluluk Hissi: Travma yaşayan bireylere karşı kendini suçlama ve utanç duygusu, ikincil travma yaşayan bireylerde sık görülen bir durumdur. İzmir Psikolog & Psikolojik Destek Bu belirtiler, ikincil travma yaşayan bireylerin ruh sağlığını ciddi şekilde etkileyebilir. Erken müdahale ve profesyonel psikolojik destek almak, bu semptomların hafifletilmesine ve bireylerin iyileşme süreçlerine katkıda bulunabilir. Eğer siz de bu belirtileri yaşıyorsanız ya da bir yakınınızın travmatik bir deneyim yaşamasından dolayı etkileniyorsanız, İzmir Karşıyaka Alaybey’de bulunan Altuğ Psikoloji ve Danışmanlık Merkezi olarak sizlere destek sunmaktan mutluluk duyarız. Uzman psikologlarımızla tanışabilir veya iletişim numaramız üzerinden terapiye başlamak için ücretsiz tanışma görüşmesi talep edebilirsiniz. Psikoloji Öğrencileri Yiğit Orhan Ceren Göle
- Film Analizi: The Fisher King (Balıkçı Kral) - Eve Dönmek İçin Kefareti Ödemeye Hazır Mıyız?
Hepimiz biraz narsistizdir ve bunun farkına vardığımız anlar olmuştur. Özellikle, kendimizden daha aşağıda ya da kusurlu olduğunu düşündüğümüz kişilere karşı mesafeli, kibirli ya da tiksintiyle baktığımız anlar olmuştur. Hatta bazen onlara hiç bakmayız. Bu kişi bazen bir dilenci, bazen de fiziksel engeli olan birisi olabilir. Ancak, bunun sonuçlarını çok azımız düşünmüştür. Zararsız sandığımız kibrimizin nelere sebep olabileceğini hiç sorgulamamışızdır. İnsanın çok masum ve doğuştan iyi olduğu düşüncesine kapılıp, hepimizin zaman zaman hissettiği bu duygulardan bahsetmeyerek polyannacılık yapmak istemiyorum. Başta da dediğim gibi, hepimiz bazen çirkinleşebiliriz. Bu durumu bilinçli veya bilinçsiz şekilde gerçekleştirebiliriz. Bu yazının amacı, zaten filmin bize karikatürize karakterler aracılığıyla söylediği şeyi vurgulamak: sandığımız kadar masum değiliz. Masum olmadığımız bir gerçek; peki suçlu muyuz? Film de işte tam olarak bunu sorguluyor. Neden suçluyuz ve ne yapmalıyız? The Fisher King, travma, kefaret ve geçmiş hatalarımızla yüzleşmenin karmaşık yollarını ele alan çok katmanlı bir film. Film, dikkatsizce yaptığı yorumlarla felaketlere yol açan, bencil bir radyo sunucusu olan Jack Lucas ile aynı olaydan sonra akıl sağlığını yitiren eski bir öğretmen olan Parry’nin kesişen hayatlarını konu alır. Bu iki karakterin iç içe geçmiş kaderleri, özellikle ikincil travma, sorumluluk ve insan ilişkilerinin iyileştirici gücü üzerinden derin psikolojik mücadeleleri gözler önüne serer. Jack’in Düşüşü ve İkincil Travmanın Etkisi Film, Jack Lucas’ın şöhretin zirvesinde olduğu, başkaları üzerindeki duygusal etkisini umursamayan bir adam olarak başlar. Ancak bu durum, radyo programında yaptığı sıradan bir yorumun Edwin adlı dengesiz bir dinleyiciyi bir katliam yapmaya teşvik etmesiyle değişir. Jack, bu olay sonucunda yaşanan ölümleri öğrendiğinde büyük bir şok yaşar ve zihinsel bir çöküşe girer. Jack, travmayı doğrudan yaşamamış olsa da, trajik olaya bağlantısı nedeniyle ikincil travma yaşar. Ayrıca olayla dolaylı olarak bağlantılı olmanın getirdiği psikolojik yük onu derinden etkiler. Bu travma, Jack’i altüst eder ve işini yapamayacak kadar etkiler. Jack'in mücadelesi, bu olayda kendisini derin bir sorumluluk içinde hissetmesiyle daha da karmaşık hale gelir. Fiziksel olarak suçu işlememiş olmasına rağmen, yaptığı yorumun Edwin'in kararına etki ettiği düşüncesi onu rahatsız eder ve film boyunca peşini bırakmaz. Jack, bu suçluluk hissinden kurtulmak için Parry'ye yardım etmeye çalışır. Parry, Edwin'in kurbanlarından birinin eşidir ve Jack, Parry’ye yardım ederek borcunu ödemeye çalışır. Ancak, Jack’in bu yardımı başta gerçek empati içermemektedir. Asıl amacı, kendi vicdanını rahatlatmak ve eski hayatına geri dönmektir. Parry ve Kırmızı Şövalyenin Sembolizmi Parry’nin karakteri, filmin travmayı nasıl ele aldığını anlamak için kilit bir unsurdur. Parry, ciddi bir travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) yaşamaktadır ve kendisini bir şövalye olarak gördüğü bir fantezi dünyasına sığınmıştır. Film boyunca Parry, Kırmızı Şövalye tarafından sürekli olarak kovalanır. Bu şövalye, Parry’nin bastırmaya çalıştığı travmanın bir sembolüdür—eşinin öldürüldüğü geceyi temsil eder. Şövalye, Parry her umut ve mutluluk hissettiğinde ortaya çıkarak onu tekrar zihinsel acısına geri çeker. Pary’nin sanrısındaki kızıl şövalyenin kırmızı renkte olması tesadüf değildir. Kırmızı kan ve vahşeti temsil eder. Parry’e eşini kaybettiği geceyi hatırlatır. Bilinçdışındaki Travmanın Varlığı ve Şifa Olarak Sevgi Her şeye rağmen Parry ismini sonradan öğreneceği Lydia adlı bir kadına aşık olmuştur. Daha öncesinde hiç iletişime geçememiş olduğu Lydia ile olan ilişkisi, hikayede önemli bir dönüm noktasıdır. Sosyal zorluklarına rağmen Parry, Lydia’ya derin bir aşk besler. Lydia da sosyal etkileşimde zorluklar yaşayan biridir. Bu durumu Parry’e yardım etme ve kefaretini ödeme fırsatı olarak gören Jack sevgilisi Anne ile birlikte Parry ve Lydia’yı buluşturur. Anne Parry ve Lydia için “birbirleri için yaratılmışlar.” der ve ekler “Amor vincit omnia” yani “Aşk her şeyi yener”. Burada söylenen filmin ana mesajlarından birisidir. Sevgi en güçlü iyileşme kaynaklarından biridir. Parry, Lydia ile buluşma konusunda başta tereddüt eder ve Jack’e "Bilmiyorum, kötü bir şey olacak gibi hissediyorum" der. Bu ifade, Parry’nin bilinçdışında travmasının hala var olduğunu gösterir. Bağ kurmak istese de içinde taşıdığı acı, korku ve geçmişin izleri, mutluluğun bile bir felaketle sonuçlanacağını düşündürür. Günün sonunda Parry, Lydia’ya olan aşkını ilan ettiğinde ve Lydia da bu aşka karşılık verir. Ancak bu mutlu an, Lydia’nın eve girmesiyle birlikte Parry’nin travmasının tekrar ortaya çıkmasıyla bozulur. Buluşma sonrası Parry bir kriz geçirir ve Kızıl şövalye sanrısını görerek ondan kaçmaya başlar. Sonunda kötü nyetli iki kişi tarafından saldırıya uğrayarak komaya girer. Bu olay, Jack’i gerçekliğiyle yüzleştirir; yüzeysel bir kefaretle işleri düzeltme çabalarının yeterli olmadığını anlar. Parry’nin çektiği acıda dolaylı olarak büyük bir sorumluluğu olduğunu kabullenmek zorunda kalır. Gerçek Empati ve Kefaret Yolculuğu Hastanede komada yatan Parry’nin başucunda, Jack taşıdığı büyük sorumluluğun ağırlığıyla mücadele eder. Umutsuzca bu duygulardan kaçmaya çalışsa da sonunda kaçamayacağını fark eder. Parry’nin daha önce ona anlattığı “Fisher King” hikayesinden bahsedilen kutsal kaseyi çalmaya karar verir; bu hem Parry’yi hem de kendisini iyileştirebilecek sembolik bir harekettir. Fisher King efsanesi, yalnızca bir "deli" tarafından şefkat gösterildiğinde iyileşebilen yaralı bir kralı anlatır. Jack, bu hikayede deliyi temsil eder ve hem Parry’yi hem de kendisini iyileştirebilmek için ona şefkat göstermek zorundadır. Onların ilişkisi, bu efsaneyi yansıtır ve şifanın bencilce kefaret arayışıyla değil, saf bir gerçekliğe sahip empati ve sorumlulukla mümkün olduğunu gösterir. Bu farkındalık, Jack’in sadece Parry’ye yardım etmekle kalmayıp, kendi hayatındaki sorunları da çözmeye başlamasına yol açar. Duygusal olarak mesafeli ve narsist olan Jack, kız arkadaşı Anne ile olan sorunlu ilişkisinin de böyle bir sürece ihtiyacı olduğunu sonrasında anlayacaktır. Toplumsal Yorum: Ahlaki Sorumluluk The Fisher King, aynı zamanda toplumun marjinalleşmiş bireylere—evsizlere, akıl hastalarına—nasıl baktığımızı yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini sorgular. Filmin başında Jack, bir dilenciyle göz teması kurmamak için limuzininin camını bile açmaz. Ancak ilerleyen sahnelerde bir tekerlekli sandalyede oturan bir dilenciyle sohbet eder. Sohbet esnasında bir adam, dilencinin elindeki kutuya para atarken yere düşürüp yoluna devam eder. Jack adam için “pislik herif sana bakmadı bile” der. Dilenci ise, adamın ona bakmamak için para attığını, insanların memnun olmasalar dahi yaptıkları işleri yapmaları için onlara bir çeşit motivasyon kaynağı işlevi gördüğünü ve onlar için bir çeşit "ahlaki trafik lambası" olduğunu söyler. Toplumun bu bireyleri görmezden geldiğini gösterir. Toplumun daha az şanslı bireyleri, aslında hepimizin bir gün düşebileceği durumları hatırlattıkları için bizlerde rahatsızlık yaratır. Biz her ne kadar onları görmezden gelmeye çalışırsak çalışalım onlara karşı bir sorumluluğa sahibiz. Aynı Jack gibi bizim de sorumluluğumuz var. Burada sorgulamamız gereken nokta: Farkında olmadan kimlerin travmasına sebep oluyoruz ya da hangi engelleyebileceğimiz travmaları engellemiyoruz? Üstelik çoğu zaman bu durumların farkında bile olmadığımız için kendimizi herhangi bir kefaret ödemek zorunda hissetmiyoruz. Önlem alınmayan afetler, şiddete maruz kalan binlerce kadın ve çocuk, yolsuzluklar, adaletsizlikler, çürümeler ve tüm bunları yapmasak da görmezden gelenler olarak başımıza gelmedikçe sustuğumuz tüm haksızlıklar. Tüm bunlar, bizlerin bu haksızlıkların bedelini ödeyenlere karşı sorumlu olduğumuz birer yük. Her birimiz kendi çapımızda birer Jack Lucas’ız. Tek bir farkla, bizler kefaretimizi dahi ödemiyoruz. Ve sonucunda travmatik olaylar sonucu travmatik bireylere dönüşüyoruz. Sonuç The Fisher King, travma, ikincil travma, sorumluluk ve iyileşme üzerine derin bir inceleme sunar. Film, geçmişi geri alamayacağımızı kabul ederken, gerçek empati ve sevginin hem kendimizi hem de zarar verdiğimiz insanları iyileştirebileceği mesajını veriyor. Ege Üniversitesi Psikoloji Öğrencisi Emirhan Uslu Film Analizi, Sinema ve Psikoloji, Travma, İkincil travma, Sevgi, Empati, İlişkiler
- Çocukluk Döneminde Gelişimin Önemli Bir Anahtarı: Çocuk Edebiyatı
Bireyin gelişiminin en temel basamağı erken çocukluk dönemidir. Bu dönem hayata atılan ilk adımları ifade eder. Yetişkin insanların bilişsel, dil, fiziksel ve sosyal gelişim sandıkları açıldığında içlerinden erken çocukluk dönemi kazanımları çıkar. Bu dönemde çocuklarımıza vereceğimiz her şey birer hazine niteliğinde bu sandıklarda kullanılmayı bekleyeceklerdir. Peki çocuklarımızın gelişim sandıklarını en parlak hazinelerle doldurmalarına yardımcı olmak için yetişkinler olarak yapabileceklerimiz nelerdir? Bu yazımızda bunlardan biri olan çocuk edebiyatını inceleyeceğiz. Çocuk Edebiyatı Nedir? Çocuk edebiyatı; çocuklar için oluşturulmuş yazılı ve sözlü eserleri ifade eder. Dünya tarihi incelendiğinde çocuk edebiyatı, yüzyıllar öncesinde sözlü edebiyatla başlamıştır. Masallar, tekerlemeler, halk hikayeleri, ninniler, bilmeceler, destan ve efsaneler, fıkralar çocuk edebiyatının sözlü türlerinin en güzel örnekleridir. Buna dayanarak söylenebilir ki evet kitaplar edebiyatın çok önemli bir parçasıdır ama “ çocuk edebiyatı” sadece az sayfalı, resimli ve büyük yazılı kitaplardan ibaret değildir. Çocuk edebiyatında yazılı edebiyatın nasıl geliştiğine bakılacak olursa: Çocukların “yetişkinlerin minyatürleri” olmaları algısı yıkılmaya başladıktan sonra yazılı edebiyat çocuklar için de gelişmeye başlamıştır. Yazılı eserlerin içerikleri çocukları göz önüne alarak derlenmeye, konu ve temalar çocuklara uygun seçilmeye ve işlenmeye başlamıştır. Sözlü edebiyatın temellerini attığı çocuk edebiyatı, günümüzde yalnızca çocuklar için yazılan eserlerden oluşur. Bu eserler yetişkin edebiyatından ayrılmış; konu, üslup, resim- yazı oranı, sayfa sayısı, kazandırılmak istenenler gibi kriterler açısından çocuklar için üretilmektedir. Çocuk Edebiyatı Çocuğa Neler Kazandırır? “Tamam ben kitabı okuyayım, tekerlemeyi söyleyeyim, bilmeceyi sorayım. Benim bunları yapmanın çocuğuma ne faydası olacak?” gibi haklı bir soru karşısında aşağıdaki maddeleri cevap olarak listeleyebiliriz. · Okuma Alışkanlığı Kazandırır: Düzenli olarak okumak, okumayı günlük rutine dahil etmek çocuklar için bir tür disiplin kaynağıdır. Küçük yaşlarda bu alışkanlığı kazanmak çocukların zihinlerinin küçük yaşlardan itibaren aktif tutulmasını, dikkat sürelerinin uzamasını, ileride yaşanacak odak problemlerinin önüne geçilmesini sağlar. Aslında okuma alışkanlığı edebiyatın aşağıda bahsedeceğim tüm faydalarını insanın rutini haline getirir. · Dil Gelişimi Destekler: Çocukların yeni kelimeler öğrenmelerini sağlar. Ana dile dair dilbilgisi kurallarını, cümle yapılarını öğrenmelerini kolaylaştırır. Çocuklar kitaplardaki karakterlerden nasıl konuşmaları gerektiğini öğrenirler. Hangi kelimeyi nerde kullanacaklarına, cümleleri nasıl kuracaklarına dair bir prova niteliğindedir. · Hayal Gücünü Destekler: Yetişkinlerin elleri değmeden yeterince kuvvetli olan çocuğun hayal gücü serbest bırakılmalıdır. Çocuklara edebiyat yoluyla bir şeyler dikte edilmemeli, çocukların hayal güçlerini destekleyici edebiyat ürünleri seçilmelidir. Bu sayede çocuğun yaratıcı düşünme becerileri aktif olur. Çocuklar farklı karakterler, farklı olay ve ortamlar deneyimleme fırsatı bulurlar. · Duygusal Dünyayı Güçlendirir: Daha birkaç yıllık yaşam deneyimleri olan çocuklar; öfke, üzüntü, yas, stres, utanç, kaygı gibi yetişkinlikte bile zorlanılan duygularla nasıl baş edebilir? Çocuklara hayata dair deneyimler sunan çocuk edebiyatı, çocukların henüz tanışmadıkları duyguları öğrenmelerine yardımcı olur. Olumlu ve olumsuz duyguları tanıtır. Bu duyguları yaşamak konusunda yalnız olmadıklarını gösterir. Negatif durumları göğüslerinde yumuşatmayı deneyimleme fırsatı sunar. · Değerler Hakkında Bilgi Sahibi Yapar: Evrensel değerlerin en net şekilde görülebileceği yer çocuk edebiyatıdır. Sevgi, yardımseverlik, eşitlik, özgürlük, dürüstlük gibi değerler çocuklar için oluşturulan edebiyat eserlerinde çocukların seviyelerine uygun bir dille aktarılır. Çocuklara bunları nasıl aktaracağını bilmeyen yetişkinler için bu edebiyat ürünleri önemli fırsatlardır. · Problem Çözme Becerilerini Destekler: Edebiyat ürünlerinde günlük hayata dair çeşitli olaylara yer verilir. Bir pastayı bölüşmek, hangi oyunun oynanacağına karar vermek, küstüğü bir arkadaşıyla tekrar konuşmak gibi durumlarda ne gibi seçimler yapacaklarını ne şekilde verilen bir kararın daha uygun olacağını düşündürür. · Ufkunu Açar: Okumak; çocuğun hiç girilmemiş dünyalara girmesini, hiç konuşmadığı kişilerle iletişim kurmasını sağlar. Dünyaya dair bilgilerle, bildiklerine dair detaylarla düşüncelerini zenginleştirir. Dünyaları kendi etraflarında dönen çocuklara her zaman farklı bir bakış açısı olduğu, öğrenecek daha çok şeyin var olduğu bilincini kazandırır. · Dünyayı Anlamlandırmasını Kolaylaştırır: Acemi olmanın zorluğunu çeşitli konularda hepimiz yaşamışızdır. Dünyaya ilk adımlarını atan bireyler için bunun çok daha zor olacağını rahatlıkla anlayabiliriz. Hepimiz biliriz ki çocuklar en çok “Bu ne?” ve “Neden?” sorularını sorarlar. Çevresindekileri anlamlandırmaya bu kadar açık olan çocukları destekleyecek en kıymetli nesneler çocukların seviyelerine uygun, sorularını içeren ve uygun bir dille cevaplayabilen ya da yeni sorular sormalarına teşvik edecek kitaplar olacaktır. · İfade Etme Becerisini Destekler: Bilmek ve bildiğin şeyleri aktarmak konusunda bariz bir fark vardır. Çocuk edebiyatı bilinmeyenleri öğretmenin yanında, bilinenin nasıl aktarılması gerektiğini çocuğa gösterir. Var olan bilgilerin karşıya nasıl aktarılırsa daha anlaşılır olacağı, çocuğun kendisine dair şeyleri nasıl ifade edebileceği edebiyat ürünleri sayesinde öğrenilir. · Sosyal Gelişimi Destekler: Çeşitli karakterlerin deneyimleri aracılığıyla o karakterlerin hissettiklerini düşüncelerini anlamaya çalışarak empati yapma becerileri gelişir. Bu sayede başkalarının hislerine duyarlılık kazanırlar. Diyalog başlatmayı, kurmayı ve sonlandırmayı öğrenirler. Kimle nasıl konuşulması gerektiği konusunda ipuçları toplarlar. İş birliği yapmayı, gruplaşmayı, toplumdaki sosyal rolleri, çeşitlilik ve farklılıkları bu sayede deneyimleyebilirler. · Özgüveni Artırır: Edebiyat ürünleri, çocukları “ben olma” konusunda destekler. Güven, sevgi, sevilme, sevme, öğrenme, bir gruba ait olma, oyun, değişiklik ve estetiklik gibi ruhsal ihtiyaçlarını karşılar. Çocuklara kendi tercihlerini yapabilme ve bu tercihlerin arkasında durabilme fırsatları vereceğinden kendine güvenen bir birey oluşturur. · Eğlence ve Kaliteli Zaman Geçirmeye Fırsat Tanır: “Çocuğumla nasıl kaliteli vakit geçirebilirim? Çocuğuma hem bir şeyler kazandırıp hem de onunla nasıl eğlenebilirim?” sorularına verilebilecek en uygun cevaplardan biri çocuğunuzla birlikte edebiyat eserleriyle haşır neşir olmaktır. Yemeğe oturmadan bir tekerleme söylemek, okula giderken bir bilmece sormak, gece yatmadan sevdiğiniz bir masalı anlatmak, uyurken bir ninni söylemek, hayat rutininize çocuk kitaplarını eklemek çok doğru bir karar olacaktır. Okul Öncesi Öğretmeni Deniz Ergen Çocukların sağlıklı bir şekilde büyümeleri ve hayatla başa çıkma becerilerini geliştirmeleri için onlara verdiğiniz ilgi ve sevginin yanında duygusal destek ve rehberlik de önemlidir. Oyun terapisi, çocukların duygularını ve düşüncelerini oyun aracılığıyla ifade etmelerine ve zorlayıcı durumlarla baş etmelerine yardımcı olan etkili bir yöntemdir. Eğer çocuğunuzun gelişim sürecinde duygusal ya da davranışsal zorluklar yaşıyorsanız bu konuda oyun terapisi, masal terapisi, resim terapisi gibi alanlarında destek almak istiyor veya bütüncül anlamda İzmir Karşıyaka’da bir çocuk psikoloğuna ihtiyaç duyuyorsanız İzmir Karşıyaka Alaybey ’de bulunan merkezimize başvurabilir veya iletişim kanallarımızdan bize ulaşıp 15 dakikalık ücretsiz ön görüşme talep edebilirsiniz. Sağlıkla Kalın.
- Ergenlik Nedir, Ergenlik Döneminde Yaşanan Zorluklar Nelerdir ve Ergenlik Döneminde Psikolojik Destek Neden Önemlidir?
Her genç kesime ‘ergen’ diye seslendiğimiz, en ufak sesini yükseltene ‘ergen gibi davranıyorsun’ diye çıkıştığımız, en çok ebeveynlerin yakındığı ve toplumumuzda etiketlediğimiz bu ‘ergenlik’ sadece bunlardan mı ibarettir gerçekten? Çoğumuzun hafife aldığı ama yaşaması buhranlı geçen bu süreç, kişinin fiziksel, zihinsel ve duygusal olarak görünür değişimler yaşadığı bireyleşme yolundaki süreçtir. Çocukluktan yetişkinliğe uzanan bu ara süreç, kişinin kendini bulmaya çalışıp anlamlandırmak için çabaladığı geçiş dönemidir de diyebiliriz. Bireyselleşme ve gerçek kimliğini bulmaya çalışan kişi bu süreçte çeşitli zorluklar yaşayabilir. Ergenlik sürecinin doğası bu değişimleri, çatışmaları, zor uzlaşmaları kapsar. Kişinin kendisiyle ve sosyal çevresiyle olan ilişkilerini yeniden şekillendirmesi sürece ve bu kimlik arayışına yön verir. Biz yetişkin ya da ebeveynler ergenlik çağındaki kişiden yetişkin olmasını ya da çocuk kalmaya devam etmesini beklemek gibi çeşitli sorumluluklar yüklemek bu süreci daha zorlu yapabilir. Bu yüzden bu süreçte psikolojik destek almak, kişi ve ebeveynin hem bireysel olarak hem de arasındaki bağ bakımından daha sağlıklı bir yol izlemesini sağlar. Uzman desteği almak önemlidir çünkü ‘ergenlik dönemi’ diye adlandırdığımız zaman dilimi kişinin kimlik arayış durumunda sağlıklı gelişim göstermesi ve yetişkinlik hallerindeki kalıcı ruh sağlığı açısından oldukça kritik bir rol oynar. Hadi gelin herhangi bir ergen ya da ergenlik sürecindeki çocuğumuzla değil de ilk başta kendi ergenlik dönemimizle empati kurup öncelikle kendimizi ve geçtiğimiz yolu anlayalım. Ergenlik Ne Zaman Başlar? Ergenliğin başlangıç yaşı kişiden kişiye göre değişiklik gösterilebilir. Genetik faktörler, çevre ve büyüme çağındaki ortamlar, beslenme alışkanlıkları gibi çevresel koşullardan etkilenebilir ama genelde; •Kızlarda 9-13 yaş arasında başlar. •Erkeklerde 10-14 yaş arasında başlar. Kültür, toplumsal durum ve koşullar dahi bu başlangıçları ve süreçleri etkileyebilir. Ergenlik Döneminde Yaşanan Zorluklar Nelerdir? Ergenlik, fiziksel olarak herkeste aynı olmadığı gibi duygusal anlamda da bireyden bireye farklılık gözlemlediğimiz bir süreçtir ve çeşitli zorlukların yaşanması muhtemeldir. •Kimlik Arayışı: ‘’Ben kimim?’’, ‘’Kime ve nereye aitim?’’ gibi sorular bu sürecin mihenk taşlarıdır çünkü kişi kendini bulmaya çalışırken en çok kendine ve kim olmak istediğine rastlamak ister. Kişinin kendini bulması, kendine uygun bir kimlikle kendini kabul etmesi bu sorgulamaları beraberinde getirir. Bu kafa karışıklığı ergenimize bir süre eşlik edecektir. :) •Aile, Arkadaş ve Sosyal İlişkiler: Ergenlik sürecindeki birey çeşitli sosyal ilişkilerini zihninde ve hislerinde yeniden konumlandırmaya çalışacaktır. Uyum sağlayamadığı ve bu konuda kabul görülmeye ihtiyaç duyduğu tepkilerini görmek mümkündür. •Gelecek Kaygısı: Okuldaki tempo ve akademik baskıların var olduğu düzende kendine yer bulmakta zorlanan ergen birey, olumsuz ve sorgulayıcı hislerin verdiği yetkiyle gelecek kaygısına kapılabilir dolayısıyla okul ve danışmanlık merkezlerindeki uzmanların bu sürece eşlik etmesi önemlidir. •Duygusal Dalgalanmalar: Kimlik arayışındaki sorgulamaların, hormonal değişimlerin, sosyal çevre ve baskının, sosyal medyanın ve gerçekliğin etkisiyle ergenlerde ani duygusal dalgalanmalar görmemiz mümkündür. Öfke ve sinirlilik hali, kaygı ya da stres gibi duygusal iniş çıkışlar yaşanması oldukça normal ve muhtemeldir. Psikolojik Desteğin Ergenler Üzerinde Etkisi Nasıldır ve Psikolojik Destek Neden Önemlidir? Bireyleşme hissine daha fazla maruz kalan ergenlere, kimlik arayışındaki duygusal ve sosyal dengeyi sağlamaları adına psikolojik destek almaları önerilir. Ebeveynleriyle ve kendisiyle sık çatışacağı bu dönemde uzman desteği süreci daha dengeli yönetmelerine yardımcı olacaktır. Psikolojik destek almak her yaş grubunda olduğu gibi ergenlik sürecinde de pozitif bir anlam taşır. Bu desteğin faydaları şu şekilde sıralanabilir: 1. Kimlik Oluşumuna Katkı Sağlar Kendini arama ve bulma yolculuğunda olan birey uzman desteğiyle bu süreci daha da somutlaştırır. Kendini keşfetmesi, ilgi alanlarını ve güçlü/zayıf yönlerini fark etmesine yardımcı olur. Böylece kimlik arayışındaki benlik algısı, kendine dürüst bir şekilde gelişmeye devam eder. 2. Sosyal İlişkileri Güçlendirir Ergenlik sürecinde yaşadıkları duygusal dalgalanmalardan kaynaklı olarak çevre bilinci yerini ‘’sadece ben’’ bilincine sürükleyebilir. Çevreye duyarsızlaşması ve benmerkezci tavrı istemediğimiz bir durumdur. Psikolojik destek alması ergen bireye empati kurmasını, çevresine sınırlar koyabilmesini ve sağlıklı ilişkiler kurabilmesini sağlar. 3. Kriz Yönetimini Öğreterek Duygusal Dayanıklılığı Arttırır Olumsuz ya da çoşkun duyguların aktif olduğu bu dönemde ergen birey duygularına yön verme konusunda zorlanabilir. Sosyal ilişkilerini zedelediği kadar kişinin kendisiyle olan ilişkisinde de güvensizlikler meydana getirebilir. Kriz anındaki tepki ve davranışları, ortam ve hislerine göre şekillenen duygular bu süreçte anlaşılırken soyut gelebilir. Uzman desteği bu kriz anlarıyla baş edebilmesini öğretirken, duygu ve hislerini da tanımlamasına yardımcı olarak duygusal dayanıklılığı arttırır. 4. Akademik Başarıya Katkı Sağlar Ergen birey, kendisi ve çevresiyle yaşadığı çatışmaların yanı sıra geleceğin verdiği belirsizlikle kendini kaygılı ve stresli hissediyor olabilir. Kaygı yönetimi ve zaman planlaması gibi konularda uzman desteği almak ya da okuldaki ilgili birimlerle iletişimde olmak ergenlerin bu süreçteki yükünü hafifletecektir. 5. Aile İçi İletişimi İyileştirir Aile ve ebeveynler ‘’ben yaparım’’, ‘’bana karışmayın’’, ‘’beni anlamıyorsunuz’’ gibi çeşitli isyanlar içeren cümleleri ergenlik sürecindeki çocuk ve yakınlarından sıklıkla duyabilir. Sürekli alttan almak, sınırlar koyması konusunda ergen bireyi yanlış yönlendirebilir ya da aşırı tepkilerle ergen bireyin duygu durumunu göz ardı edebilir. Bu durumda yalnızca ergenlerin değil, ebeveynlerin de bu psikolojik destek süreçlerine dahil olmasını bekleriz. Böylelikle aile bireyleri birbirini daha iyi anlayıp daha şeffaf yaklaşımlar gösterebilir. Peki sadece bununla mı sınırlı? Ergenlik Döneminde Ailelerin ve Okulların Rolü Nedir? Okulların ergenlik sürecindeki rolü en az aile kadar önemlidir. Neden mi? Çünkü ergenlik sürecinden geçen çocukların neredeyse hepsi çeşitli eğitimler adına okullarda, akranlarıyla ya da öğretmenleriyle ailesinden daha fazla zaman geçirmek durumunda olabiliyor. Haliyle ergenlik döneminde psikolojik destek yalnızca uzmanlardan, psikologlardan değil; aile ve okuldan da gelir, gelmelidir. Ailelerin ergen bireyleri olduğu gibi kabul etmeleri konusunda çabalarını görmeyi ve çocuklarına yargılardan uzak bir şekilde bunu göstermelerini öneririz. Çünkü ergen bireyin yargısızca dinlenmesi, anlaşılabilir hissetmesini sağlayacak ve ailesine de kendisine de daha şeffaf olmasına yardım edecektir. Aynı zamanda psikolojik desteğe erişemeyen gençler ve ebeveynler, okuldaki rehberlik hizmetlerinden yardım alabilmelidir. Okulun bu konuda gerekli çalışmalar yapabilmesi, ergenleri bu süreç hakkında bilgilendirmesi bu dönemi pozitif yönde destekleyecektir. Kısacası ergenlik bireyin kendini tanımaya çalıştığı kritik bir yoldur. Bu yoldaki destek ve kişinin kendi çabası süreci çiçeklendirecektir. :) İzmir Genç Yetişkin Danışmanlığı Siz de ergenlik süreciniz hakkında zorluk yaşıyorsanız ya da bir ergen ebeveyni iseniz, ( İzmir Karşıyaka Psikolog) Altuğ Psikoloji'nin online terapi hizmetinden faydalanabilir veya İzmir Karşıyaka'da bir Uzman Psikolog veya İzmir Karşıyaka'da Uzman Ergen Psikoloğu arıyorsanız sizleri İzmir Karşıyaka Alaybey ’de bulunan Altuğ Psikoloji , Psikoloji ve Danışmanlık Merkezi’ne bekliyoruz. Burada uzmanlarımızla tanışabilir veya iletişim numaramız üzerinden terapiye başlamak için ücretsiz tanışma görüşmesi talep edebilirsiniz. Sağlıcakla ve huzurla kalın. Özel ve değerlisiniz. Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğrencisi Sena Nur Avcı
- Bağımlılık: Sebepleri ve Çözüm Yolları
Bağımlılık, bir bireyin belirli bir maddeye, davranışa ya da duruma karşı kontrol edemediği güçlü bir istek ve bağlılık geliştirmesiyle ortaya çıkan karmaşık bir sorundur. Bu istek zamanla kişinin hayatında merkezi bir yer edinir ve bağımlı olunan şeye ulaşamadığında bireyde ciddi bir huzursuzluk ve rahatsızlık hissi ortaya çıkar. Bağımlılık; sadece bireyin fiziksel sağlığını değil, aynı zamanda zihinsel ve sosyal yaşamını da olumsuz etkileyen bir süreçtir. Bağımlılığın Psikolojik ve Fiziksel Boyutları Bağımlılığın hem psikolojik hem de fiziksel boyutları vardır. Psikolojik açıdan, birey belirli bir madde ya da davranışa karşı derin bir arzu ve ihtiyaç hisseder. Bu, bireyin bağımlı olduğu nesneyi veya davranışı tekrar etme eğilimini artırır ve zamanla kontrolsüz bir hale gelir. Bu süreçte kişi, bu dürtülerini yönetmekte zorlanır ve sık sık bağımlı olduğu şeyi elde etmek için daha fazla çaba harcar. Fiziksel boyutta ise, vücut zamanla bağımlı olunan maddeye veya davranışa uyum sağlar ve bırakıldığında yoksunluk belirtileri görülür. Bu belirtiler fiziksel rahatsızlık, anksiyete, depresyon gibi belirtilerle kendini gösterebilir. Bu iki boyut; bireyin sağlığını, sosyal ilişkilerini ve günlük yaşamını olumsuz etkileyerek, kişinin bağımlı olduğu şeye daha fazla ihtiyaç duymasına yol açar. Bağımlılık Türleri Bağımlılıklar, madde bağımlılığı ve davranışsal bağımlılık olmak üzere iki ana kategoriye ayrılır: Madde Bağımlılığı: Alkol, uyuşturucu ve nikotin gibi maddelere karşı gelişen bağımlılıklar bu kategoriye girer. Madde bağımlılıkları, genellikle hem fiziksel hem de psikolojik yoksunluk belirtileri gösterir ve ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Davranışsal Bağımlılıklar: Kumar, alışveriş, internet, sosyal medya, oyun ve cinsel bağımlılıklar gibi davranışsal bağımlılıklar, bir maddenin tüketimi yerine belirli bir davranışın aşırı şekilde tekrar edilmesiyle ortaya çıkar. Bu tür bağımlılıklar da kişinin günlük hayatını ve ilişkilerini derinden etkileyebilir. Bağımlılığın Nedenleri Bağımlılığın nedenleri, genellikle birden fazla faktörün etkileşimiyle şekillenir. Sosyal çevre, genetik yatkınlık, psikolojik sorunlar ve kişilik özellikleri bağımlılık gelişiminde önemli rol oynar. Aileden öğrenilen davranış kalıpları ve sosyal çevrenin baskısı bağımlılık riskini artırabilir. Özellikle genç bireylerde, arkadaş çevresinin etkisiyle madde kullanımı veya riskli davranışlar benimsenebilir. Ayrıca, travmatik olaylar (kaza, ölüm, doğal afet, taciz veya boşanma gibi) kişinin başa çıkma mekanizmalarını zayıflatarak bağımlılığa zemin hazırlayabilir. Her bireyin bağımlılık geliştirme süreci ve nedenleri farklıdır; bu nedenle tedavi süreci de kişiye özgü olarak ele alınmalıdır. Bağımlılığın Belirtileri Bağımlılık her bireyde farklı şekillerde ortaya çıkabilir, ancak bazı ortak belirtiler vardır: Yoksunluk Belirtileri: Bağımlı olunan madde ya da davranıştan uzak kalındığında, fiziksel veya psikolojik rahatsızlıklar ortaya çıkabilir. Bu durum, kişinin bağımlı olduğu şeye karşı duyduğu güçlü ihtiyacın bir göstergesidir. Rahatlama Hissi: Bağımlı olunan madde ya da davranış elde edildiğinde, birey kısa süreli bir rahatlama hissi yaşar. Ancak bu rahatlama geçicidir ve bağımlılık döngüsünü devam ettirir. Artan Kullanım: Bağımlı olduğu maddeyi veya davranışı daha sık ve kontrolsüz bir şekilde tekrarlama eğilimi görülür. Bu davranış zamanla kişinin yaşamını daha fazla kontrol altına alır. Zarar Verme: Kişi, bağımlı olduğu şey nedeniyle sağlığına, sosyal ilişkilerine ve yaşam kalitesine zarar verir. Bu durum hem kişinin kendisine hem de çevresindekilere zarar verebilir. Düşünce Sürekliliği: Birey sürekli olarak bağımlı olduğu maddeyi ya da davranışı düşünme ihtiyacı duyar, bu da diğer sorumluluklarını ihmal etmesine neden olabilir. Bağımlılıkla Başa Çıkma ve İyileşme Süreci Bağımlılıkla başa çıkmanın ilk adımı, bireyin bağımlı olduğu maddeye ya da davranışa karşı farkındalık kazanmasıdır. "Ben bağımlı değilim" ya da "İstesem bırakırım/yapmam" gibi ifadeler, bağımlılığın inkar sürecinin yaygın göstergelerindendir. Bağımlılıkla mücadelede, bireyin bu inkar sürecini aşarak, bağımlılığın kökenlerini anlaması ve tetikleyicilerini tanıması çok önemlidir. Bireyler, bağımlılık yapan madde veya davranışın yerine geçebilecek sağlıklı alışkanlıklar ve hobiler geliştirebilirler. Spor yapmak, meditasyon gibi zihin-beden uygulamalarına yönelmek, stresle başa çıkma ve duygusal denge sağlama konusunda son derece faydalıdır. Ayrıca, kısa ve uzun vadeli hedefler belirlemek, bağımlılıkla mücadelede motivasyonu artırmak için etkili bir strateji olarak öne çıkar. Kendi ihtiyaçlarını tanımlamak, aile ve arkadaşlarla açık bir iletişim kurmak, destek arayışında önemli adımlardır. Bu süreçte bireyin kararlılığı ve profesyonel yardıma başvurması, tedavi sürecinin başarıya ulaşmasında kritik bir rol oynamaktadır Bağımlılığın tedavi edilemeyeceğine dair yaygın bir inanış, pek çok insanın yardım arayışını geciktirmesine neden olmaktadır. Ancak tedaviye açık ve kararlı bir yaklaşım sergileyen bireylerin başarı oranının oldukça yüksek olduğunu unutmamak gerekir. Profesyonel destek, bireyin duygusal, zihinsel ve sosyal yönlerini güçlendirerek yaşam kalitesini artırmada önemli bir rol üstlenir. Bağımlılık, zorlayıcı ve uzun bir süreç olsa da bu süreçte her adım daha sağlıklı ve tatmin edici bir yaşam için bir basamaktır. Bireyin kendini yeniden keşfetmesine ve daha iyi bir yaşam sürmesine olanak tanır. İzmir'de bağımlılıktan kurtulmak için profesyonel psikolog desteği mi arıyorsunuz? Altuğ Psikoloji olarak bağımlılık terapisi ve online psikolog hizmetleriyle size destek oluyoruz. Uzman psikologlarımız, bağımlılıktan kalıcı olarak kurtulmanıza yardımcı olmak için kişiye özel terapi programları sunar. Karşıyaka, İzmir'deki kliniğimizde veya online seanslarla hemen randevu oluşturarak güvenilir ve bilimsel yaklaşımlardan siz de yararlanabilirsiniz. Psikoloji Öğrencisi Ceren Göle
- Online Terapi Hakkında Bilgiler
Günümüzde teknolojinin hızla ilerlemesi, online psikolog ve online psikolojik destek gibi kavramların yaşamımızda daha yaygın hale gelmesine neden oldu. Birçok kişi, ruh sağlığı alanında destek almak için online terapiyi diğer adıyla çevrimiçi terapiyi tercih ediyor. Online terapi, psikologların ve diğer ruh sağlığı alanında çalışan uzmanların danışanlarıyla internet, telefon, e-posta ya da mesajlaşma platformları üzerinden iletişim kurarak terapi seanslarını planlamalarını ve yine internet sayesinde görüntülü görüşmeler yoluyla terapi seanslarını yürütmelerini sağlıyor. Teknolojinin sunduğu olanaklar sayesinde psikolog ve danışanlar yüz yüze görüşmek zorunda kalmadan online psikoterapi ile bir araya gelebiliyor. Bu dijital ortamda gerçekleşen terapi seansları, danışanların kendi evlerinin rahatlığında profesyonel destek almasına imkan tanıyor. Bu yöntem hem danışanlara esneklik sağlıyor hem de psikologlara geniş bir kitleye ulaşma imkânı sunuyor. Peki, online terapinin avantajları nelerdir ve neden bu kadar yaygınlaştı? Online Terapinin Avantajları İstediğiniz konumdan terapistinize erişebilirsiniz. Online terapi, nerede olursanız olun istediğiniz uzmanla çalışma saatleri içinde görüntülü olarak seans yapma imkânı sunar. Bu sayede, online psikolojik danışmanlık ile coğrafi kısıtlamalar ortadan kalkar ve ihtiyacınız olan psikolojik desteği ister evde ister iş yerinde, bulunduğunuz her yerden alabilirsiniz. Ayrıca esnek randevu saatleri sayesinde yoğun programınıza uygun bir şekilde terapi seanslarınızı planlayabilirsiniz. Zaman ayırmanız daha kolay ve rahat olur. Özellikle yoğun tempoda çalışanlar ve işten vakit bulamıyorum diyenler için büyük bir rahatlık sunmaktadır. Hem yolda zaman kaybetmeden hem de kendi konforlu ortamlarınızda terapi seanslarına katılarak psikolojik destek alma imkânını bulabilirsiniz. Böylece sevdiğiniz ve güvendiğiniz ortamda terapi almak sizi daha iyi hissettirebilir. İhtiyaçlarınıza en uygun terapisti seçme imkanı sunar. Çeşitli uzmanlık alanlarına sahip birçok terapist arasından tercih yapma olanağı sağlar. Böylece ihtiyaçlarınıza en uygun terapisti bularak kendinize en iyi şekilde destek olabilecek bir uzmana ulaşabilirsiniz. Acil durumlarda hemen destek alabilirsiniz. Acil ve zor durumlarınızda, terapistinizle iletişime geçerek hızlıca bir randevu ayarlayabilir ve online terapi hizmetinden yararlanabilirsiniz. Bu sayede, kriz anlarında profesyonel destek alarak kendinizi daha iyi hissetme imkânına sahip olursunuz. Kimler Online Terapi Alabilir? Online terapi, dileyen herkesin erişebileceği bir destek yöntemi olarak öne çıkmaktadır; ancak belirli koşullar altında tercih edilme oranı daha da artış göstermektedir. Özellikle yüz yüze terapiye erişimi zorlaştıran çeşitli sebepleri olan bireyler için oldukça etkili bir alternatif sunmaktadır. Fiziksel engelleriniz veya sağlık sorunlarınız nedeniyle evden çıkmakta güçlük çekiyorsanız, sosyal kaygıya sahipseniz veya terapi seansları sırasında tanıdıklarla karşılaşma endişesi taşıyorsanız online terapi, erişilebilirliği önemli ölçüde artırmaktadır. Aynı zamanda bakmakla yükümlü olduğunuz yaşlı bireyler veya bebeğiniz varsa ya da herhangi bir sebepten evde kalmanızı gerektiren durumlar nedeniyle terapi seanslarına katılmakta zorluk yaşayabilirsiniz. Bu nedenle, online terapi evdeki sorumluluklarınızı aksatmadan psikolojik destek almanıza olanak tanır. Bu sayede hem yaşlı bireylerin hem de bebeğinizin ihtiyaçlarını karşılamanıza yardımcı olurken, kendi duygusal ve zihinsel sağlığınızı da ön planda tutmanıza imkân sağlar. Online Terapi Güvenilir mi? Online terapilerin güvenliği, yüz yüze terapilerde olduğu gibi bazı önemli faktörlere bağlıdır: Seansın gerçekleştirileceği platformun güvenli ve şifreli görüşmeler sağlaması oldukça kritik bir faktördür. Bu, kişisel bilgilerinizin ve terapide paylaşılanların korunmasını garanti eder. Bu nedenle, seansınızın hangi platform üzerinden yürütüleceğini öğrenmek ve bu platformun güvenlik standartlarını kontrol etmek önemlidir. Terapistinizi seçerken, lisansının ve yeterliliğinin olduğundan emin olmalısınız. Terapistinizin niteliklerini araştırmak, lisans belgesinin doğrulanabilir olması, profesyonel bir yardım almanızı sağlar. Ayrıca, terapistinizin uzmanlık alanına ve deneyimine dikkat etmek de faydalıdır. Kendi bulunduğunuz ortamın güvenliğinden de emin olmalısınız. Terapi seansı sırasında başkaları tarafından duyulmayacağınız bir yerde olmak, kendinizi rahatça ifade etmenizi sağlar. Bu, terapideki deneyiminizi daha etkili hale getirebilir. Online Terapi İşe Yarıyor mu? Online terapilerin etkinliği, bireyden bireye değişkenlik gösterebilir. Ancak çeşitli araştırmalar, online terapinin yüz yüze terapi kadar faydalı olabileceğine dair güçlü bulgular sunmaktadır. Bu çalışmalar, online terapinin anksiyete, depresyon, stres yönetimi ve diğer ruhsal sağlık sorunları üzerinde olumlu etkiler yarattığını göstermektedir. Bununla birlikte, her bireyin terapiye yaklaşımı farklılık gösterir. Bazı kişiler yüz yüze etkileşimde kendilerini daha güvende hissederken, diğerleri çevrimiçi ortamda düşüncelerini ve duygularını daha rahat ifade edebilmektedir. Bu nedenle, online terapinin etkinliği, bireylerin geçmiş deneyimlerine ve tercih ettikleri iletişim tarzına bağlı olarak değişir. Dolayısıyla, online terapi birçok kişi için başarılı bir çözüm sunabilir ancak en iyi sonuçları elde etmek için bireylerin kendi ihtiyaç ve beklentilerini göz önünde bulundurmaları büyük önem taşır. Sonuç olarak online terapi, gelişen teknoloji ile ruh sağlığı hizmetlerine erişimi kolaylaştıran etkili bir yöntemdir. Online psikolojik destek arayanlar için çeşitli avantajlar sunan bu yöntem, farklı ihtiyaçlara uygun terapi seçenekleri sağlar. Eğer online terapinin sizin için uygun olup olmadığından emin değilseniz, çalışmak istediğiniz terapistle iletişime geçerek ihtiyaçlarınızı ve beklentilerinizi paylaşabilirsiniz. Doğru koşullar sağlandığında bu süreç, zihinsel sağlığınızı ve duygusal refahınızı desteklemek için önemli bir adım atmanıza yardımcı olabilir. Kendinize yapacağınız bu yatırım, yaşam kalitenizi artırmak için kıymetli bir fırsat sunar. Bu fırsatı yaratırken İzmir Karşıyaka Altuğ Psikoloji olarak, alanında uzman psikologlarımızla birlikte size en uygun online danışmanlık hizmetini sunuyoruz. Uzman kadromuz, (İzmir Karşıyaka Alaybey Psikolog) ihtiyaçlarınıza özel olarak kişiselleştirilmiş destek sağlayarak ruh sağlığınızı güçlendirmeyi ve daha sağlıklı bir yaşam sürmenize katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. İzmir Karşıyaka Alaybey'de bulunan danışmanlık merkezimizi arayarak veya web sitemizden randevu oluşturarak online ücretsiz ön görüşme, online terapi ve İzmir Psikolog yüz yüze görüşme imkanı ile psikolojik danışmanlık hizmetlerimizden yararlanabilirsiniz. Dokuz Eylül Üniversitesi Psikoloji Öğrencisi Ceren Göle
- Online Terapi Nedir?
Online Terapi ve Yüz Yüze Terapinin Farkı Online terapi, yüz yüze uygulanan terapinin elektronik ortamda görüntülü görüşme uygulamaları aracılığıyla uygulanmasıdır. Psikoterapist, tıpkı yüz yüze terapilerde olduğu gibi görüntülü görüşme sırasında faydalanmakta olduğu terapi ekollerini uygular. İlk görüşme danışanı daha yakından tanımak, terapi sürecinin yapılandırılması ve terapide dikkat edilmesi gereken kuralların aktarılması üzerine kurulur. İlerleyen seanslarda terapistin uyguladığı terapi yaklaşımına göre terapi süreci devam eder. Online Terapinin Avantajları Günümüzün yoğun tempo ve stres dolu dünyasında kendinize ve duygusal sağlığınıza zaman ayırmak her zamankinden daha önemli hale gelmiştir. Ancak iş, aile ve diğer oluşumlarla dolu bir yaşam tarzı, yüz yüze terapiye katılma imkanını zorlaştırabilir. Neyse ki teknolojinin gelişimi sayesinde bu konuda yeni bir çözüm yolu sunulmuştur: Online terapi . Öncelikle online terapiye pek çok mekânda ve her zaman erişim mümkündür, sanırım bu da onun çekici olmasının en başında gelmektedir. Online terapi size herhangi bir coğrafi sınırlama olmaksızın terapistinizle iletişim kurma olanağı sunar. İster evinizde rahat bir koltukta ister ofisinizde kahve molası sırasında ister tatildeyken, online terapi oturumlarına kolayca katılabilirsiniz. Bu durum da terapinin günlük yaşamınıza mükemmel bir şekilde entegre edilmesini sağlar. Online terapi, kendinizi rahat hissettiğiniz bir yerde oturmanıza ve terapinin tadını çıkarmanıza olanak tanır. Geleneksel terapideki bekleme odası endişelerini unutun! Online terapinin anonim bir ortamı vardır, böylece duygusal konularınızı daha açıkça ifade edebilirsiniz. Ayrıca alışkın olduğunuz ve sevdiğiniz bir terapi ortamında bulunmak size daha rahat ve huzurlu hissettirebilir. Online terapi, dünya genelinden farklı uzmanlık alanlarından terapistlere erişim sağlar. Kendinize en uygun uzmanı seçme özgürlüğünü elinizde tutarsınız. İhtiyacınıza uygun bir terapistle çalışarak duygusal sağlığınıza odaklanabilirsiniz. Online terapi, geleneksel terapiye göre daha hızlı ve verimli bir başlangıç sunmaktadır. Randevu almak ve fiziksel bir ofise gitmenin zorunlu olmaması nedeniyle bekleme süresi yok denecek kadar kısadır. Terapistinizle önceden anlaştığınız saat doğrultusunda başlayabilir veya bazı acil durumlarda acil destek alabilirsiniz. Böylece ihtiyaç duyduğunuz anda sıkıntılarınıza kolayca hızlıca profesyonel yardım alabilirsiniz. Ayrıca seyahat etme ve trafikle başa çıkma gibi zaman kaynaklarınızı da koruyarak duygusal destek sağlama sürecinizi daha verimli hale getirebilirsiniz. Evden çıkıp çeşitli araçlar kullanıp danışmanlık merkezine gidip bir de orada seans bekleme sürecinde kaybolan zamanınız size kalır. Esnek program seçenekleri sayesinde, iş yoğunluğu veya diğer taahhütlerle dolu bir yaşam tarzınız olsa bile online terapi oturumlarına kolayca katılabilirsiniz, bu da size en uygun zamanda yardım alabilmenizi sağlar. Online terapi, genellikle geleneksel terapilere göre daha ekonomik bir seçenek olabilmektedir. Seyahat etme ve bekleme sürelerinden tasarruf edersiniz. Bu da hem zaman hem de maddi açıdan daha verimli bir seçenek sunar. Online Terapi Örnekleri Günde birkaç saat ofiste çalışan bir kişi için, online terapi mola sırasında veya akşam saatlerinde kolayca düzenlenebilir. Bu durum da iş yaşamı ve duygusal sağlık arasındaki dengeyi sağlamak için mükemmel bir seçenektir. Evde çalışan bir ebeveyn için online terapi, çocukları uyuduktan sonra sessiz bir ortamda gerçekleştirilebilir. Böylece günlük yaşamın koşturmacasından kaçmak ve kendi ihtiyaçlarına odaklanmak mümkün olur. Seyahat etmek veya trafikle başa çıkmak zorunda kalmadan online terapi oturumlarına katılmak hem zaman hem de enerji tasarrufu sağlar. Online Psikolog ile Hemen Profesyonel Destek Alabilirsiniz Online terapi, herkes için erişilebilir ve etkili bir psikolojik destek seçeneğidir. Bu da onu geleneksel terapi yöntemlerinden ayıran önemli özelliklerden biridir. Elbette bazı durumlarda geleneksel yüz yüze terapi modelini uygulamak verimliliği artırabilmektedir ancak bazı durumlarda ise tam tersine online terapi daha verimli olabilmektedir. Bunu belirleyen nokta ise danışanın problemi, iş veya ev hayatı, mizacı, bakış açısı, konumu gibi çok çeşitli etkenlerdir. Hangisinin sizin için daha uygun olduğunu öğrenmek için öncelikle danışmanlık almak istediğiniz terapist ile iletişime geçmenizi öneririm. Son olarak dijital dönüşümün bir parçası olarak online terapi, ruhsal sağlığınıza odaklanmanıza yardımcı olabilmekte ve yaşamınızın kontrolünü elinize almanızı sağlayabilmektedir. Kendinize ve ruh sağlığınıza zaman ayırmanın önemini anlayan bir nesil olarak danışmanlarımıza başvurarak online terapiyi bir düşünün. Şimdi terapiye başlamak ve kendinizi daha iyi hissetmek için bir adım atmak tamamen sizin elinizde! Sağlıkla Kalın.
- Sosyal Medyanın Psikolojik Sağlığa Etkileri Nelerdir, Aşırı Kullanımında Neler Olur, Olumsuz Etkilerinden Kaçınmak İçin Neler Yapmalıyız?
Kimimizin kaçış yeri olan kimimizin yalnızca bilgilenmek amacıyla kullandığı kimimizin eğlence açlığını kapattığı kimimizinse sosyalleşmesini sağladığı sosyal medya, hayatımızın çok önemli bir yerinde kalmaya ve gün geçtikçe önemini arttırmaya devam ediyor. Gerek medya çağında olmamız gerek sağladığı kolaylıklar sosyal medya kullanımına olan heves ve ilgiyi arttırma için yeterli olabiliyor. ‘’Sosyal medya olmasaydı keşke’’lerin, ‘’Sosyal medya olmadan yaşayamam’’larla çakıştığı bu medya çağı, psikolojik sağlığımızı da bir o kadar olumlu ve de olumsuz etkilemekte. Bu yazımızda, olumsuz etkilemesini azaltmaya, olumlu etkilerini de bilinçli kullanmaya odaklanacağız. Hazırsanız, bu masum görüntüsüyle bizi zehirleyebilen ‘sosyal medya’nın etkilerine bakalım. Sosyal Medyanın Olumsuz 5 Etkisi 1. Sosyal Karşılaştırma ve Yetersizlik Hissi : Sosyal medya kişinin ‘paylaştığı’ kadar kendini var ettiği bir alandır. Yani mutsuz olduğunda mutlu bir profil çizmek de mümkündür, insanların tanımasını istediği gibi anlatmak da… Haliyle mutlu lanse edilmiş bir hayatı mutsuz olduğumuz bir süreçte izlemek kendimizi karşılaştırmamıza sebebiyet verebilir. Bu durum sosyal medya kullanımının ardından oluşan en kritik etkidir aslında çünkü bu durumla baş etmek kişiyi yıpratabilir, bu yıpranmışlığı fark etmesi kolay olmayabilir ve normalleştirebilir. Ardından bunun normal olduğuna inanmak kişinin olumsuz bakış açısını daha çok ortaya çıkaracağından yetersizlik hissini yok etmek için kendini olmadığı biri gibi gösterme ve kanıtlama çabasına girebilir. Kişinin kendinden uzaklaşması da istemediğimiz bir durumdur. 2. Bağımlılık ve Zaman Yönetimi: Sosyal medya platformları üstüne düşünülmüş algoritmalardan oluştuğu için kişinin o anda, orada kalmasını sağlayacak düzenlemelerle kişiyi bağımlı hale getirebilir. ‘’Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadığınız’’ kısım tam da burasıdır aslında. Bağımlı olmaya iten algoritmalar zaman yönetimi ve otokontrol konusunda iyi olmayan kişileri tuzağa düşürebilir. Yapacağınız onca iş varken telefonda vakit geçirmek en keyifli ve en kolayıdır çünkü. :) 3. Bilgi Kirlilikleri: Bir konu hakkında düşüncesini ifade etmek isteyen herkesin erişiminde olduğu için bilgi kirliliklerini ortaya çıkarabilir. Sosyal medya kullanıcıları doğru bilgiden ziyade hızlı bilgiye alıştıkları için doğruluğunu araştırmayıp var olana inanma eğiliminde olabilir. Bu da bilgi kirliliklerinin artmasına yol açmaya devam eden etkenlerden birisidir. Hızlı bilgi evet güzeldir fakat bizi doğru bilgi kurtaracak! Değil mi? 4. Sağlık ve Uyku Sorunları : Sosyal medya kullanımının fazla zaman alması ve bağımlılığa itmesi, çeşitli sağlık sorunlarını beraberinde getirebilir. Kötü haberlere maruz kalan kişi kendini kaygılı ya da depresif bir hisle bulabilir. Kaygı, stresi ve olumsuz hisleri doğuracağından uyku kalitemize ve ruh halimize kadar birçok durumu etkileyebilir. 5. Benlik Saygısı ve Zorbalıklar : Genellikle sosyal medyayı aktif olarak kullanıp daha çok paylaşım yapanlarda gördüğümüz bir durumdur. Kişi medyada aldığı beğeni ve ilgiden dolayı gerçek hayatta da bunu görmeyi isteyebilir. Sosyal beğenilirlik ihtiyacı kişinin kendi yaşamını daha çok eleştirmesine ve yargılamasına yol açabilir. Bu da benlik saygısını zedeler. Medyada görünür olan kişilerin maruz kaldığı zorbalıklar da benlik saygısı üzerindeki yıpratıcı eleştirilere dönüşebilir. Kişi zorba düşüncelerle kendini yargılayabilir ve yapılan saldırı/alay davranışlara karşı savunmasız kalabilirler. Sosyal meydanın aşırı kullanımı da olumsuz tüm etkilere evrilmesine neden olabilir. Medyanın aşırı kullanımı psikologlar tarafından asla önerilmeyen bir durumdur çünkü medyanın getirdiği bağımlılıklar, sağlık ve zaman sorunları, olumsuz hisler kişiyi anksiyete ve depresyon gibi süreçlerin yaşanmasına itebilir. Yalnızlık hissiyle sosyal medya kullanımını arttıran kişinin ironik bir şekilde daha da yalnızlık ve yetersizlik hissine maruz kalması sıklıkla gözlemlediğimiz bir durumdur. Haliyle kişi kendiyle ve gerçek hayat algısında mesafeler yaşayabilir. Hep olumsuzlardan bahsettik, peki sosyal medyanın olumlu etkileri var mı? Sosyal Medyanın Olumlu 3 Etkisi 1. Akran Destekleri ve Faydalı Topluluklar: Özellikle toplumu ilgilendiren konulardaki dayanışma ortamı, kişiye umut ve fayda aşılayabilir. Aynı krizi yaşayan kişilerin birbirine desteği sosyal yalnızlıkta iyileştirici bir etkiye sebep olacaktır. Bu topluluklar ve destekler yardımlaşma ve sosyal farkındalık oluşmasına katkı sağlar. 2. Bilgiye Hızlı Erişim: Bilgiye kolay erişim sunar fakat takip ettiğimiz kaynakların güvenilirliği çok önemli! Böylelikle gündemi daha yakından takip etmek, sosyal medya kullanıcılarına sağladığı bir etkidir. 3. Sosyalleşme ve Bağlantı Kurma: Kişi gerçek hayatta görünür olmaktan rahatsız olabilir. Genellikle çocuk ve ergenlerin daha sık amaç edindiği bir durumdur sosyal medyada sosyalleşmek. Ebeveynlerin bilinçli gözetimlerinde bu, kişiyi iyi ve anlaşılabilir hissettirebilir. Sosyal medyada sosyalleşen kişi, diğer kullanıcılarla kendi yetkin olduğu konularda kolayca bağlantı kurmasını sağlayabilir. Bu durumun iyiye kullanılmasını ‘akran ve iletişim desteği’ olarak adlandırabiliriz. Sosyal Medyanın Olumsuz Etkisinden Kaçınmak İçin Neler Yapabiliriz? Sosyal medyanın bilinçli kullanımı olumsuz etkisine maruz kalmamak adına en etkili yöntemdir. Buna amaca göre kullanım da diyebiliriz aslında. O anki amacımız bir bilgi erişimiyse eğer yalnızca buna odaklanmak bizi zararlı etkilerinden kurtarabilir. Sosyal medya kullanımına günlük zaman sınırları koymak da kişideki otokontrolü sağlayacağı gibi zaman yönetimine de katkıda bulunacaktır. Aynı zamanda dijital detoks yapmak , bazen bildirimleri kapatmak bile bu işin parçası aslında. Denemekte fayda var! Tüm bunların yanı sıra, gerçek ve sosyal hayat aktivitelerini arttırarak medyanın evhamlı ortamından kurtulabilmemiz de mümkün. Dijital kadrajdan uzaklaşıp gerçek hafızanıza bir şeyler kaydetmek ilaç gibi gelebilir! Bu an’ı unutmayacağım diye pür dikkat çevreyi izleyen gözler, o anı unutmamak için çekilip kaybolan fotoğraflardan daha kıymetli olabiliyor çünkü. Her durumun avantajları olduğu kadar dezavantajları da var gördüğünüz gibi. Dijitalleşen hayat telefonlarımız, sosyal medya hesaplarımız üzerinden yaşanmaya başlıyor istesek de istemesek de. Birini tanımaya çalışmanın ‘’medya’’dan geçtiği bir dönemde yaşadığımız için insan buna adapte olmaya çalışırken elbette zorlanabilir, sosyal medyanın getirdiği kurallara uymak zorunda kaldığı için kendini buradan soyutlamak isteyebilir ya da maruz kalabilir. Bu yüzden günümüz medya çağının olumsuz etkileriyle mücadele etmeye çalışmak da muhtemel. Haliyle sosyal medyanın insanı etkileyen psikolojik tarafları bizler için daha kıymetli. Bu olumsuz ya da anlam veremediğiniz hislerin sebebinin sosyal medya olmasını fark edemiyor olabilmek de medyanın gerçeklikle arasındaki mesafeden diyebiliriz. Sizler de bu etkilerden muzdaripseniz ve bir destek almak istiyorsanız, sizleri İzmir Karşıyaka Alaybey’de bulunan Altuğ Psikoloji, Psikoloji Danışmanlık Merkezi’ne bekleriz. Burada online terapi ya da İzmir’de bir Uzman Psikolog ile görüşmek isterseniz numaramız üzerinden iletişim kurabilir, ücretsiz tanışma görüşmesi talep edebilirsiniz. Sağlıcakla ve huzurla kalın. Özel ve değerlisiniz. Ege Üniversitesi, Psikoloji Öğrencisi Sena Nur Avcı
- Savunma Mekanizmaları: İstenmeyen, Bilinçdışı Duygu ve Düşüncelerle Nasıl Başa Çıkarız?
Günlük hayatımızda, çoğumuz utanç, vicdan azabı gibi kabul etmekte zorlandığımız duygularla karşılaşırız. Her ne kadar zorlansak da bu duygu ve durumlar yaşamımızın bir parçasıdır. Çoğu zaman bilinçli olarak değil otomatik olarak bu duygularla başa çıkabilmek için savunma mekanizmalarını kullanırız. Örneğin kalabalık bir topluluk içerisinde yere düştüğümüzde hiç kimsenin bizi görmediğine kendimizi inandırabilir ve utanç duygumuzu hafifletebiliriz. Savunma mekanizmalarının etkin bir şekilde kullanılması o anki duygu durumumuz açısından iyi gibi gözükse de aşırı kullanımı uzun vadede olumsuz etkisini gösterebilir. Bu yazıda, sizler için savunma mekanizmalarını derinlemesine inceleyeceğiz. Keyifli okumalar dileriz! Savunma Mekanizması Nedir? Savunma mekanizması, bireyin bilinçaltından gelen rahatsız edici duygu ve düşünceleri bilinçsizce uyguladığı baş etme yöntemidir. Kişinin bu istenmeyen duygularla başa çıkabilmek için kullandığı stratejilere ise 'savunma mekanizmaları' denir. Bu kavram ilk olarak Sigmund Freud tarafından ortaya atılmış ve kızı Anna Freud da çalışmalarının devamını getirmiştir. Savunma Mekanizmaları Nelerdir? Bastırma: Bireyin kabul etmekte zorlandığı duygu ve düşünceleri bastırmasıdır. Freud'a göre en yaygın ve önemli mekanizmadır. Başa çıkamadığımız, kabullenmekte zorlandığımız durumu bilincimizden uzaklaştırır ve hiç yaşanmamış gibi unutabiliriz. Çoğunlukla travma olarak adlandırabileceğimiz durumlarda yaşarız. İnkar: Kabul edilmesi zor gerçekleri reddetme durumudur. Bu mekanizma sık kullanıldığında gerçeklik algısıyla bağlantıyı koparabilir. Okulda cezaya kalan bir öğrencinin "Bunun yanlış olduğunu bilmiyordum." gibi ifadelerle kendini savunmaya geçmesi bu duruma örnek gösterilebilir. Yer Değiştirme: Kişinin duygularını daha az tehdit edici nesneye ya da kişiye yöneltmesi durumudur. Örneğin iş yerinde patronu tarafından haksızlığa uğradığını düşünen bir adam iş ortamında bu öfkesini yansıtması uygun değil ise ev ortamında ailesine karşı ya da arkadaş ortamından birine karşı yansıtabilir. Yansıtma: Bilinçaltında yaşadığımız düşünce, duygu ve dürtüleri başkasına yüklediğimiz mekanizmadır. Örneğin öfkeli ve anlayışsız davranışlar sergileyen kişi o an iş arkadaşının kendisine karşı anlayışsız ve sinirli davrandığını düşünebilir. Karşıt Tepki Geliştirme: Bilinçaltımızda oluşan tehdit edici duygu, düşünce ve dürtülerden kaçmak için arzu ettiğimizin tersi davranışları abartılı olarak gösterme eğilimidir. Kişi arkadaşının başarısını içten içe kıskanıyorken tersine oldukça destekleyici davranabilmektedir. Mantığa Bürüme: Bireyin yanlış, kabul edilemeyen duygu, düşünce ve dürtüyü akla yatması için bir takım bahanelerle haklı çıkarmaya çalışmadır. Sınavından düşük puan alan öğrencinin sınavın çok zor olduğunu ve çok yorgun olduğu için yeteri kadar çalışamadığını söylemesi örnek gösterilebilir. Gerileme: İstenmeyen duygu, düşüncelere karşı bireyin eski gelişim dönemlerine geri dönme eğilimidir. Eski yıllarına ait gelişim dönemlerine giden birey o döneme ait olgun olmayan davranış örüntüsünü gerçekleştirebilir. Örneğin, birey istemediği durumla karşılaştığında karşısındaki kişiye uzun süre inatçı ve anlayışsız davranışlar sergileyebilmektedir. Yüceltme: İşlevselliği en fazla olan ve bireyin verimliliğini arttıran savunma mekanizmasıdır. Bireyin kabul edilemeyen duygu ve düşüncelerini daha yararlı ve sosyal olarak kabul edilebilir eylemlere dönüştürmesidir. Örneğin kişi yoğun ve stresli bir dönemden geçiyorsa bu duygusunu yoğun bir koşu antrenmanı gerçekleştirerek hafifletebilir. Savunma Mekanizmaları Günlük Hayatımızı Nasıl Etkiler? Savunma mekanizmalarını günlük hayatımızda hepimiz kullanırız. O anki duygu durumumuzu rahatlatan, anlık motivasyon artışımızı sağlayan bu mekanizmalar kullanım sıklığına ve kullanılan mekanizmaya göre bizim için işlevselliğini kaybetmekte ve zararlı olabilmektedir. Bireyin mekanizmaları fazla kullanımı sorunun kökenini görmesini engelleyebilir, böylelikle gerçeklikten uzaklaşmasına yol açabilmektedir. Ayrıca kişinin günlük hayatta sosyal ilişkilerini de olumsuz etkileyebilir. Örneğin kişinin patronuna karşı duyduğu öfkeyi yer değiştirme mekanizmasıyla aile ortamına yansıtması aile içi ilişkilerini zedeleyebilmektedir. Farkında olmadan uyguladığımız bu mekanizmaların olumsuz etkilerini çoğu zaman kendimiz çözemeyiz. Bu sebeple, alanında profesyonel uzmanlardan destek almak faydalı olabilir. Kliniğimiz Altuğ Psikoloji ve Danışmanlık Merkezi'nde uzmanlarımızla görüşüp bu konuda farkındalığınızı arttırabilirsiniz. Daha fazla bilgi almak için internet sitemizdeki iletişim numarasını ziyaret etmeyi unutmayın! Psikoloji Öğrencisi Nisa Özaltun Kaynakça Clark A. J., (1991). The identification and madification of defense mechanisms in counseling. Journal of Counseling and Development, 69, 231-236.














