Rosenhan Deneyi: Akıl Sağlığınızın Yerinde Olduğunu Nasıl Kanıtlarsınız?
- Altuğ Psikoloji
- 9 May
- 3 dakikada okunur
Modern psikiyatriye yöneltilen en sert eleştirilerden biri, 1973 yılında bir psikolog tarafından yürütülen sarsıcı bir deneyle geldi. David Rosenhan'ın gerçekleştirdiği bu deney, yalnızca akıl hastanelerindeki teşhis süreçlerini değil, aynı zamanda sağlıklılık kavramının ne kadar göreceli olabileceğini sorgulattı. Bugün bile psikiyatri literatüründe ve etik tartışmalarda yankı bulan bu çalışma, aynı zamanda bir bilimsel araştırmanın ne kadar şeffaf olması gerektiğine dair soruları da gündeme taşıdı. Peki bu deney neydi ve neden hâlâ konuşuluyor?
Deneyin Arka Planı: Şüphe ve Merak
1970’li yıllarda psikiyatri bilimi büyük bir dönüşüm içindeydi. Ancak bu dönüşüm, beraberinde ciddi eleştirileri de getirmişti. Ruhsal hastalıkların tanılanmasında gözleme dayalı öznelliğin ağırlığı, teşhislerin ne kadar güvenilir olduğu sorusunu gündeme getiriyordu. David Rosenhan da bu eleştirileri bilimsel bir zemine taşımak istedi. Amacı, ruhsal hastalık teşhislerinin nesnel olup olmadığını test etmekti.
Deneyin Tasarımı: Sahte Hastalar
Rosenhan, farklı meslek gruplarından 7 gönüllüyle birlikte kendisi dahil toplam 8 kişilik bir ekip oluşturdu. Bu kişiler hiçbir ruhsal hastalık öyküsü olmayan, gündelik yaşamlarını sürdüren sağlıklı bireylerdi. Hepsine aynı görev verildi: ABD genelindeki 12 farklı psikiyatri hastanesine başvurarak yalnızca şu kelimeleri söylemeleri gerekiyordu: “Boşluk ve oyuk.”
Bu kelimeler, Rosenhan’ın seçimiyle nötr ve anlamsız kelimelerdi. Diğer tüm davranışları, geçmiş anlatımları ve verdikleri bilgiler tamamen gerçeğe dayanıyordu. Kabul edildikleri andan itibaren ise hiçbir semptom göstermemeye başladılar ve tamamen normal davranışlar sergilediler. Ama bu normal davranışları, sağlık sisteminde normal olarak algılanmadı.
Akıl Hastanelerindeki Günler
Deneye katılan tüm sahte hastalar hastanelere kabul edildiler. Yedisine şizofreni, birine manik-depresif bozukluk teşhisi kondu. En az 7 gün, en fazla 52 gün hastanede kaldılar. Toplamda 2.100 doz ilaç verildi ve bazıları ilaçları gerçekten içmek zorunda kaldı ya da hapları gizlice tükürmek zorunda kaldılar.
İçeride tamamen normal davransalar bile, bu davranışları dahi hastalık belirtisi olarak yorumlandı. Örneğin biri günlüğüne not alırken, bu “yazma dürtüsü” olarak değerlendirildi. Sorular sormaları, iletişim kurmaya çalışmaları, hatta sıraya girmeleri bile “organize hezeyan” gibi analizlere tabi tutuldu.
Diğer Hastalar Gerçeği Fark Etti
Hastane personeli sahte hastaların sağlıklı olduğunu anlayamadı. Ancak deneyin en dikkat çeken yanlarından biri, gerçek hastaların bazılarının durumu fark etmesiydi. 118 hastadan 35’i, bu kişilerin aslında hasta olmadığını, gazeteci ya da araştırmacı olduklarını düşündüklerini ifade etti.
Bu detay, yalnızca psikiyatri kurumlarının önyargılarını değil, hastane ortamlarında hasta-hasta etkileşiminin değerini de sorgulattı. Gerçekten de, bir etiketi taşıdığınız anda ne kadar normal davranırsanız davranın, davranışlarınız o etiketin süzgecinden geçirilmeye başlanıyor.
Deneyin İkinci Aşaması: Sahte Hastalar
Rosenhan deneyinin ilk ayağının açıklanmasının ardından, psikiyatri çevrelerinden yoğun tepkiler geldi. Bir hastane, kendi sistemlerinin kusursuz olduğunu savunarak Rosenhan’a meydan okudu. “Bize sahte hastalar gönderin, biz onları kolaylıkla tespit ederiz,” dediler.
Rosenhan bu teklifi kabul etti ve 3 ay boyunca hastane personeli, gelen hastalar arasında 41 kişiyi sahte hasta olarak raporladı. Ancak gerçek çok başkaydı: Rosenhan bu süre zarfında kimseyi göndermemişti.
Bu olay, sistemin eleştirilere karşı ne kadar kapalı ve aynı zamanda ne kadar belirsiz işlediğini gösterdi.
Sahte Hastalar mı, Sahte Deney mi?
Yıllar sonra gazeteci Susannah Cahalan, Rosenhan’ın deneyini tekrar incelemek üzere yola çıktı. Yaptığı araştırmalar sonucunda, deneyde yer aldığı iddia edilen 8 kişiden yalnızca 2’sinin kimliğine ulaşabildi. Diğer 6 kişi hakkında hiçbir bilgiye rastlayamadı. Ayrıca bazı vakaların anlatımları ile hastanelerdeki kayıtlar arasında ciddi tutarsızlıklar vardı.
Cahalan, bu bulguları 2019 yılında yayımladığı The Great Pretender (Büyük Taklitçi) kitabında derinlemesine ele aldı. Bu kitap, Rosenhan’ın çalışmasına karşı ikinci bir dalga şüphecilik doğurdu. Bazı uzmanlar, deneyin bulgularının abartılmış ya da kurguya dayalı olabileceğini öne sürdü.
Deney Gerçekten Ne Ortaya Koydu?
Rosenhan Deneyi, psikiyatri dünyasına birçok açıdan ayna tuttu. Özellikle şu başlıklarda önemli tartışmalar başlattı:
Teşhislerin güvenilirliği: Psikiyatrik tanıların ne kadar subjektif olduğu gözler önüne serildi.
Etiketleme etkisi: Bir kez “hasta” etiketi konduğunda, bireyin tüm davranışları bu çerçeveden yorumlanıyor.
Kurumların iç yapısı: Akıl hastanelerinde hastaların birey olarak değil, yalnızca bir dosya veya tanı olarak görüldüğü açıkça gözlendi.
Toplumsal önyargılar: Ruh sağlığı problemi yaşayan bireylere yönelik toplumun tutumu, deneyle birlikte yeniden sorgulanmaya başlandı.
Sonuç: Akıl Sağlığımızın Yerinde Olduğunu Nasıl Kanıtlarız?
Rosenhan’ın ortaya koyduğu soru bugün bile geçerliliğini koruyor: “Akıl sağlığımızın yerinde olduğunu nasıl kanıtlarız?” Belki de asıl mesele, “kim sağlıklıdır, kim değildir” sorusunu bilimsel olarak net biçimde yanıtlamanın ne kadar zor olduğudur. Akıl sağlığı, yalnızca bireyin iç dünyasıyla değil; onu izleyen, değerlendiren, tanı koyan sistemlerle de şekillenir.
Psikolog Yunus Öztürk
Comentarios