top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 228 sonuç bulundu

  • Film Analizi: Inception (Başlangıç)

    Rüya ve Gerçeklik Arasında Psikolojik Bir Yolculuk Inception  (Başlangıç), 2010 yılında ünlü yönetmen Christopher Nolan tarafından yazılıp yönetilmiş bir bilim kurgu ve psikolojik gerilim filmidir. Yapımcılığını Emma Thomas ve Christopher Nolan üstlenmiştir. Filmde Leonardo DiCaprio, Joseph Gordon-Levitt, Ellen Page, Tom Hardy, Ken Watanabe, Marion Cotillard, Cillian Murphy, Michael Caine ve Tom Berenger gibi güçlü bir oyuncu kadrosu yer almaktadır. Filmin müzikleri Hans Zimmer tarafından bestelenmiştir ve görsel efekt çalışmalarıyla da büyük beğeni toplamıştır. IMDb puanı 8.8 olan Inception , vizyona girdiği dönemde büyük ilgi görmüş ve En İyi Görsel Efekt, En İyi Ses Miksajı, En İyi Ses Kurgusu ve En İyi Sinematografi dallarında Oscar kazanmıştır. Konusu Filmin ana karakteri Dom Cobb (Leonardo DiCaprio), rüya hırsızı olarak bilinen yetenekli bir hırsızdır. İnsanların rüyalarına girerek bilinçaltından değerli sırları çalabilen Cobb, bu tehlikeli becerisi yüzünden bir kaçak haline gelmiştir. Çocuklarına kavuşabilmek için son bir görevi kabul eder: Bu kez sır çalmak değil bir fikri bilinçaltına yerleştirmek yani Inception yapmak zorundadır. Görev, zengin iş adamı Saito (Ken Watanabe) tarafından verilir. Saito, rakibi Robert Fischer’ın (Cillian Murphy) bilinçaltına bir fikir yerleştirmeyi planlamaktadır: Babasının ölümünden sonra şirketini dağıtmak. Cobb, bu karmaşık iş için yetenekli bir ekip kurar. Ekip üyeleri arasında rüya mimarı Ariadne (Ellen Page), dolandırıcı Eames (Tom Hardy) ve kimlik değiştirici Arthur (Joseph Gordon-Levitt) bulunmaktadır. Görevin zorluğu, bir rüyanın içinde başka bir rüya yaratmak yani çok katmanlı bir rüya yapısı oluşturmaktır. Görevin başarısı, Cobb’un kendi bilinçaltıyla yüzleşmesine de bağlıdır. Ölen eşi Mal’ın (Marion Cotillard) zihninde bıraktığı suçluluk, rüyalarda karşısına bir tehdit olarak çıkar. Cobb’un içsel çatışması ve suçluluk duygusu, rüya katmanlarının en derin noktalarına kadar izini sürer. Psikolojik Temalar ve Karakter Analizi Dom Cobb: Suçluluk ve Travmanın Bilinçaltı Yansıması Dom Cobb’un en temel çatışması, eşinin ölümünden duyduğu derin suçluluk duygusudur. Cobb’un rüyalarında sürekli olarak eşi Mal’ı (Marion Cotillard) görmesi, suçluluk duygusunun bastırılmaya çalışıldıkça daha güçlü bir şekilde geri dönmesine işaret eder. Freud’un psikanalitik teorisi ne göre, suçluluk ve pişmanlık gibi yoğun duygular bilinçaltında baskılanır ve rüyalarda semboller aracılığıyla ortaya çıkar. Cobb’un, Mal’ın ölümündeki rolünü sürekli olarak rüyalarında yeniden yaşaması, travmanın işlenmemiş haliyle bilinçaltında kalmasına neden olur. Rüya Katmanları: Bilinçaltının Katmanlı Yapısı Filmde rüyalar, bilinçaltının farklı düzeylerini temsil eder. Cobb’un, kendi zihnindeki labirentlerden kurtulmak için derin katmanlara inmesi, Jung’un Gölge Arketipi kavramını hatırlatır. Bilinçdışında saklanan ve reddedilen yanlarımız, rüya dünyasında ortaya çıkar ve bastırılmış travmatik deneyimler sembollerle yansıtılır. Ariadne: Rehber ve Bilinçaltının Anahtarı Ariadne karakteri (Ellen Page), Cobb’un rüya dünyasında yolunu bulmasına yardımcı olur. Mitolojik Ariadne gibi rüya labirentinde Cobb’u yönlendirir. Jung’un kolektif bilinçdışı teorisine göre, Ariadne, Cobb’un kendi içsel dünyasında rehberlik eden bir arketip olarak işlev görür. Cobb’un suçluluk duygusunu açığa çıkarmasına yardımcı olarak, travmanın çözülmesine giden yolu gösterir. Filmde İşlenen Psikolojik Kavramlar Gerçeklik Algısı:  Film, rüyalar ve gerçeklik arasındaki sınırın bulanıklaştığı bir dünyayı ele alır. Cobb’un topaç adlı totemi, izleyiciyi sürekli olarak gerçeği sorgulamaya iter. Topaç döndükçe rüyada olduğunu, düşerse gerçek hayatta olduğunu anlar. Bu sembol, bireyin gerçekle olan bağını kaybetmesi durumunda yaşadığı ruhsal karmaşayı simgeler. Bilinçaltı ve Suçluluk:  Cobb’un kendi zihninde yarattığı hapis, Freud’un savunma mekanizmalarına işaret eder. Suçluluğunu bilinç düzeyine çıkaramaması onu sürekli olarak içsel çatışma halinde bırakır. Kimlik ve Özdeşleşme:  Fischer’ın babasıyla olan ilişkisi üzerinden işlenen kimlik arayışı, bireyin kendi değerini anlamlandırma sürecini temsil eder. Fischer’ın babasının beklentileriyle mücadele etmesi bireyin kendini bulma sürecindeki aile etkisini vurgular. Inception, sadece bilim kurgu yönüyle değil aynı zamanda psikolojik derinliğiyle de dikkat çeken bir yapımdır. Cobb’un bilinçaltındaki suçluluk, rüyalarda gerçeğe dönüşerek onun zihinsel sağlığını tehdit etmektedir. Filmin sonunda totemin dönüp dönmediği muğlak bırakılarak izleyicinin gerçeklik algısıyla oynanır. Cobb’un, çocuklarını görme arzusuyla toteme bakmadan devam etmesi, suçluluğunu geride bırakıp yeni bir hayata başlama arzusunu temsil eder. Psikolojik açıdan bakıldığında; film travmanın işlenmesi ve bastırılmış duyguların kabul edilmesi gerektiğini vurguluyor. Rüya katmanları üzerinden anlatılan psikolojik süreç ise bilinçaltının katmanlı yapısını simgeliyor. Nolan’ın bu başyapıtı, izleyiciyi hem görsel hem de zihinsel bir yolculuğa çıkararak rüyalar ve gerçeklik arasında düşündürücü bir deneyim sunuyor. İyi Seyirler! 📹

  • Rosenhan Deneyi: Akıl Sağlığınızın Yerinde Olduğunu Nasıl Kanıtlarsınız?

    Modern psikiyatriye yöneltilen en sert eleştirilerden biri, 1973 yılında bir psikolog tarafından yürütülen sarsıcı bir deneyle geldi. David Rosenhan'ın gerçekleştirdiği bu deney, yalnızca akıl hastanelerindeki teşhis süreçlerini değil, aynı zamanda sağlıklılık kavramının ne kadar göreceli olabileceğini sorgulattı. Bugün bile psikiyatri literatüründe ve etik tartışmalarda yankı bulan bu çalışma, aynı zamanda bir bilimsel araştırmanın ne kadar şeffaf olması gerektiğine dair soruları da gündeme taşıdı. Peki bu deney neydi ve neden hâlâ konuşuluyor? Deneyin Arka Planı: Şüphe ve Merak 1970’li yıllarda psikiyatri bilimi büyük bir dönüşüm içindeydi. Ancak bu dönüşüm, beraberinde ciddi eleştirileri de getirmişti. Ruhsal hastalıkların tanılanmasında gözleme dayalı öznelliğin ağırlığı, teşhislerin ne kadar güvenilir olduğu sorusunu gündeme getiriyordu. David Rosenhan da bu eleştirileri bilimsel bir zemine taşımak istedi. Amacı, ruhsal hastalık teşhislerinin nesnel olup olmadığını test etmekti. Deneyin Tasarımı: Sahte Hastalar Rosenhan, farklı meslek gruplarından 7 gönüllüyle birlikte kendisi dahil toplam 8 kişilik bir ekip oluşturdu. Bu kişiler hiçbir ruhsal hastalık öyküsü olmayan, gündelik yaşamlarını sürdüren sağlıklı bireylerdi. Hepsine aynı görev verildi: ABD genelindeki 12 farklı psikiyatri hastanesine başvurarak yalnızca şu kelimeleri söylemeleri gerekiyordu: “Boşluk ve oyuk.” Bu kelimeler, Rosenhan’ın seçimiyle nötr ve anlamsız kelimelerdi. Diğer tüm davranışları, geçmiş anlatımları ve verdikleri bilgiler tamamen gerçeğe dayanıyordu. Kabul edildikleri andan itibaren ise hiçbir semptom göstermemeye başladılar ve tamamen normal davranışlar sergilediler . Ama bu normal davranışları, sağlık sisteminde normal olarak algılanmadı. Akıl Hastanelerindeki Günler Deneye katılan tüm sahte hastalar hastanelere kabul edildiler. Yedisine şizofreni, birine manik-depresif bozukluk teşhisi kondu. En az 7 gün, en fazla 52 gün hastanede kaldılar. Toplamda 2.100 doz ilaç verildi ve bazıları ilaçları gerçekten içmek zorunda kaldı ya da hapları gizlice tükürmek zorunda kaldılar. İçeride tamamen normal davransalar bile, bu davranışları dahi hastalık belirtisi olarak yorumlandı. Örneğin biri günlüğüne not alırken, bu “yazma dürtüsü” olarak değerlendirildi. Sorular sormaları, iletişim kurmaya çalışmaları, hatta sıraya girmeleri bile “organize hezeyan” gibi analizlere tabi tutuldu. Diğer Hastalar Gerçeği Fark Etti Hastane personeli sahte hastaların sağlıklı olduğunu anlayamadı. Ancak deneyin en dikkat çeken yanlarından biri, gerçek hastaların bazılarının durumu fark etmesiydi. 118 hastadan 35’i, bu kişilerin aslında hasta olmadığını, gazeteci ya da araştırmacı olduklarını düşündüklerini ifade etti. Bu detay, yalnızca psikiyatri kurumlarının önyargılarını değil, hastane ortamlarında hasta-hasta etkileşiminin değerini de sorgulattı. Gerçekten de, bir etiketi taşıdığınız anda ne kadar normal davranırsanız davranın, davranışlarınız o etiketin süzgecinden geçirilmeye başlanıyor. Deneyin İkinci Aşaması: Sahte Hastalar Rosenhan deneyinin ilk ayağının açıklanmasının ardından, psikiyatri çevrelerinden yoğun tepkiler geldi. Bir hastane, kendi sistemlerinin kusursuz olduğunu savunarak Rosenhan’a meydan okudu. “Bize sahte hastalar gönderin, biz onları kolaylıkla tespit ederiz,” dediler. Rosenhan bu teklifi kabul etti ve 3 ay boyunca hastane personeli, gelen hastalar arasında 41 kişiyi sahte hasta olarak raporladı. Ancak gerçek çok başkaydı: Rosenhan bu süre zarfında kimseyi göndermemişti. Bu olay, sistemin eleştirilere karşı ne kadar kapalı ve aynı zamanda ne kadar belirsiz işlediğini gösterdi. Sahte Hastalar mı, Sahte Deney mi? Yıllar sonra gazeteci Susannah Cahalan, Rosenhan’ın deneyini tekrar incelemek üzere yola çıktı. Yaptığı araştırmalar sonucunda, deneyde yer aldığı iddia edilen 8 kişiden yalnızca 2’sinin kimliğine ulaşabildi. Diğer 6 kişi hakkında hiçbir bilgiye rastlayamadı. Ayrıca bazı vakaların anlatımları ile hastanelerdeki kayıtlar arasında ciddi tutarsızlıklar vardı. Cahalan, bu bulguları 2019 yılında yayımladığı The Great Pretender (Büyük Taklitçi) kitabında derinlemesine ele aldı. Bu kitap, Rosenhan’ın çalışmasına karşı ikinci bir dalga şüphecilik doğurdu. Bazı uzmanlar, deneyin bulgularının abartılmış ya da kurguya dayalı olabileceğini öne sürdü. Deney Gerçekten Ne Ortaya Koydu? Rosenhan Deneyi, psikiyatri dünyasına birçok açıdan ayna tuttu. Özellikle şu başlıklarda önemli tartışmalar başlattı: Teşhislerin güvenilirliği: Psikiyatrik tanıların ne kadar subjektif olduğu gözler önüne serildi. Etiketleme etkisi: Bir kez “hasta” etiketi konduğunda, bireyin tüm davranışları bu çerçeveden yorumlanıyor. Kurumların iç yapısı: Akıl hastanelerinde hastaların birey olarak değil, yalnızca bir dosya veya tanı olarak görüldüğü açıkça gözlendi. Toplumsal önyargılar: Ruh sağlığı problemi yaşayan bireylere yönelik toplumun tutumu, deneyle birlikte yeniden sorgulanmaya başlandı. Sonuç: Akıl Sağlığımızın Yerinde Olduğunu Nasıl Kanıtlarız? Rosenhan’ın ortaya koyduğu soru bugün bile geçerliliğini koruyor: “Akıl sağlığımızın yerinde olduğunu nasıl kanıtlarız?” Belki de asıl mesele, “kim sağlıklıdır, kim değildir” sorusunu bilimsel olarak net biçimde yanıtlamanın ne kadar zor olduğudur. Akıl sağlığı, yalnızca bireyin iç dünyasıyla değil; onu izleyen, değerlendiren, tanı koyan sistemlerle de şekillenir. Psikolog Yunus Öztürk

  • Çoğunluğa Uyar Mıydın? - Asch'ın Sosyal Uyum Deneyi

    Solomon Asch - Uyum Deneyi (1953) Sosyal psikoloji dünyasında, Solomon Asch’ın 1950'lerde gerçekleştirdiği Uyum Deneyi; toplumsal baskıların, bireylerin düşünce ve davranışları üzerindeki etkisini anlamak adına önemli bir dönüm noktası olmuştur. Asch, bu deneyle insanların çoğunluğun yanlış olduğu bir durumu fark etseler bile toplumsal baskıya karşı ne ölçüde uyum sağladıklarını ve kendi görüşlerini savunma konusunda nasıl bir tutum sergilediklerini incelemeyi amaçlamıştır. Asch’ın deneyine katılan deneklerden basit bir görsel testte, üç farklı uzunluktaki çizgiden hangisinin diğerine eşit olduğunu belirlemeleri istenmiştir. İlk bakışta, bu sorunun basit bir görsel algı testi olduğu düşünülebilir ancak deneyin önemli bir yanı, deneklerden yalnızca birinin gerçek katılımcı olmasıdır. Diğer katılımcılar, önceden eğitilmiş ve yanlış cevaplar vermeleri için yönlendirilmiştir. Bu durumda gerçek katılımcı, gruptaki diğer üyelerin verdiği yanlış cevaplara ne kadar uyum göstereceğini görmek için denek olarak seçilmiştir. Deneyin sonucunda, bireylerin çoğunluğun yanlış olduğu bir görüşü fark ettiklerinde dahi, grup baskısına uyum sağlama eğiliminde olduklarını ortaya koymuştur. Gerçek katılımcılar, doğru cevabı bildikleri halde, çoğu zaman grup üyelerinin yanlış cevabına katılmakta zorlanmamışlardır. Bu durum, toplumsal baskının bireylerin kararlarını nasıl şekillendirdiğine dair güçlü bir kanıt sunmaktadır. Bu tür davranışlar; sosyal baskının, bireylerin doğruyu söyleme ve kendi fikirlerini savunma konusunda ne denli etkili olabileceğini göstermektedir. Deneyin bir diğer önemli bulgusu da toplumsal baskıyı kırmak adına bir tek kişinin bile önemli bir fark yaratabileceği yönündedir. Eğer grup üyelerinden biri bile doğru cevabı verirse, gerçek katılımcıların doğru cevabı verme oranı önemli ölçüde artmaktadır. Bu bulgu, toplumsal baskıya karşı direncin yalnızca bir kişinin desteğiyle artabileceğini ve bireylerin doğruyu söyleme konusunda daha güçlü bir motivasyona sahip olabileceklerini göstermektedir. Sonuç olarak, Asch’ın Uyum Deneyi, toplumsal baskıların bireylerin düşünce süreçleri üzerindeki etkilerini net bir şekilde ortaya koymaktadır. İnsanların, çevrelerinden gelen yanlış bilgi ve fikirlerle ne kadar kolay etkilendiğini gösteren bu deney, sosyal psikolojide önemli bir yer tutarken, toplumsal uyum ve bireysel düşünce arasındaki dengeyi anlamamıza katkı sağlamaktadır. Bu deneyin günümüzdeki toplumsal ilişkilerde ve bireysel kararlar üzerindeki etkilerini incelemek, toplumsal psikolojiyi daha derinlemesine anlamamız açısından önemli bir adımdır. Psikoloji Öğrencisi Ceren Göle

  • Çocuğum Okulda Zorbalığa Uğruyor Olabilir mi?

    Okul yılları, çocukların kimliklerini oluşturdukları, arkadaşlık ilişkilerini geliştirdikleri ve sosyal beceriler kazandıkları önemli bir dönemdir. Ancak bu süreç her zaman kolay ya da güvenli geçmeyebilir. Bazı çocuklar, okul ortamında akran zorbalığına maruz kalabilir. Üstelik birçok çocuk yaşadıklarını ailesiyle paylaşamaz, hatta bazen olanların zorbalık olduğunu bile fark edemez. Bu yazıda, çocuğunuzun zorbalığa uğrayıp uğramadığını nasıl anlayabileceğinizi, hangi işaretleri gözlemlemeniz gerektiğini ve bu durumu önlemek için neler yapabileceğinizi ele alacağız. Zorbalık Nedir? Zorbalık, bir kişiye yönelik kasıtlı, tekrarlayan ve zarar verici davranışlardır. Bu davranışlar fiziksel olabileceği gibi, sözel, sosyal dışlama ya da dijital platformlar üzerinden de gerçekleşebilir. Zorbalığın en önemli unsurları: güç dengesizliği, süreklilik ve kasttır. Zorbalığa Maruz Kalan Bir Çocukta Ne Gibi Davranış Değişimleri Yaşanır? Çocuğunuz yaşadıklarını açıkça ifade etmese bile bazı davranışsal ve duygusal ipuçları verebilir. Dikkat etmeniz gereken başlıca belirtiler şunlardır: Duygusal ve Davranışsal Değişiklikler Eskiden neşeli olan çocuk içine kapanabilir, sessizleşebilir. Kaygılı, gergin ya da sinirli ruh halleri gözlemlenebilir. Uykusuzluk, kabuslar veya gece alt ıslatma gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Okuldan Kaçınma Eğilimi Karnım ağrıyor, Başım ağrıyor gibi fiziksel şikâyetlerle okula gitmek istemeyebilir. Servise binmekten korkma, okul yolunda huzursuzluk yaşama gibi davranışlar gösterebilir. Fiziksel İzler Açıklanamayan morluklar, çizikler veya yırtılmış, kırılmış okul eşyaları olabilir. Eşyalarının sürekli kaybolması ya da bozulması da dikkat çekici olabilir. Sosyal İzolasyon Arkadaşlarından uzaklaşabilir, yalnız kalmayı tercih edebilir. Doğum günü partilerine ya da sosyal etkinliklere gitmek istemeyebilir. Akademik Performansta Düşüş Dikkat dağınıklığı ve konsantrasyon sorunları nedeniyle notlarında düşüş gözlenebilir. Derslere ilgisi azalabilir, ödevlerini yapmak istemeyebilir. Aileler Bu durumda Ne Yapabilir? Güvenli İletişim Kurun Çocuğunuzla düzenli olarak gününün nasıl geçtiği hakkında sohbet edin. Ancak sorgulayıcı değil, anlayışlı bir dille konuşun. Örneğin: “Bugün okulda seni en çok ne mutlu etti?” “Bir arkadaşın seni üzdü mü hiç?” Çocuğunuzun kendini suçlu ya da utanmış hissetmesini engelleyin. Duygularını ifade edebilmesi için güvenli bir alan yaratın. Duygusal Dayanıklılığını Destekleyin Zorbalıkla başa çıkmak için çocukların içsel dayanıklılığa ihtiyacı vardır. Ona duygularını tanıması, ifade etmesi ve kendi sınırlarını koruması konusunda rehberlik edin. Örneğin, “Hayır demek” konusunda onu destekleyin. Beden dilini kullanarak kendine güvenli bir duruş sergilemesini öğretin. Okulla İş Birliği İçinde Olun Zorbalık okul ortamında gerçekleştiğinde, öğretmenler ve okul yönetimiyle açık bir iletişim kurmak önemlidir. Çocuğun yaşadıklarını belgeleyin ve okulun rehberlik servisiyle bir araya gelin. Sosyal Becerileri Güçlendirin Çocuğunuzun sosyal çevresini genişletmesine yardımcı olun. Sportif faaliyetler, sanat kursları, grup oyunları gibi etkinlikler hem yeni arkadaşlıklar kurmasını sağlar hem de kendine güvenini artırır. Gerekirse Uzman Desteği Alın Zorbalık, çocuğun psikolojik sağlığını uzun vadede etkileyebilir. Kaygı, depresyon ya da özgüven sorunları baş gösterirse bir çocuk psikoloğundan destek alınması faydalı olacaktır. Öğretmenle Görüşmek İçin Örnek İletişim Metni "Sayın [Öğretmenin Adı], Ben, [çocuğunuzun adı]’nın velisi [kendi adınız]. Son zamanlarda çocuğumun davranışlarında bazı değişiklikler fark ettim. Özellikle okuldan eve geldiğinde üzgün ve kaygılı görünüyor, ayrıca okula gitmek istemediğini sıkça dile getiriyor. Bu durumun okulda yaşanabilecek bir zorbalıkla ilişkili olabileceğinden endişe duyuyorum. Elbette bu konuda herhangi bir kesin yargıya varmadan önce sizin gözlemlerinizi de duymak ve birlikte sağlıklı bir değerlendirme yapmak istiyorum. Uygun olduğunuz bir zaman diliminde kısa bir görüşme gerçekleştirmek isterim. Çocuğumun okul ortamında daha iyi bir şekilde desteklenmesi için hep birlikte neler yapabileceğimizi konuşmak benim için çok değerli. İlginiz ve anlayışınız için şimdiden teşekkür ederim." Son Söz Eğer çocuğunuzun zorbalığa uğradığından şüpheleniyorsanız, ilk adım onu anlamak ve yanında olduğunuzu hissettirmektir. Sessiz kalmak zorbalığın devam etmesine neden olur. Cesaret, sevgi ve anlayışla yaklaşmak; zorbalık zincirini kırmak için en etkili yoldur. Psikolog Yunus Öztürk

  • Film Analizi: Gone Girl (Kayıp Kız)

    Bir Evliliğin Karanlık Psikolojisi Evlilik çoğu zaman umut, sevgi ve ortak bir gelecek hayali üzerine kurulu bir birliktelik olarak tanımlanır. Ancak bazen bu idealize edilmiş tablo karanlık sırların, manipülasyonun ve psikolojik savaşın arenasına dönüşebilir. David Fincher'ın yönettiği ve Gillian Flynn'in kendi romanından uyarladığı 2014 yapımı Kayıp Kız (Gone Girl) , tam da bu çarpık evliliğin rahatsız edici ve derinlemesine bir incelemesini sunuyor. Kayıp Kız Filmi: Yaratıcı Ekip Kayıp Kız, usta yönetmen David Fincher'ın imzasını taşıyor. Fincher, gerilim ve gizem türündeki yapımlarıyla tanınırken bu filmde de kendine has karanlık ve rahatsız edici atmosferi başarıyla yaratıyor. Filmin senaryosu ise aynı adlı çok satan romanın yazarı Gillian Flynn tarafından kaleme alınmıştır. Bir yazarın kendi eserini sinemaya uyarlaması, hikayenin özüne sadık kalınması ve karakterlerin derinlemesine işlenmesi açısından önemli bir avantaj sunmuştur. Filmin başrollerinde ise yetenekli oyuncular yer alıyor. Ben Affleck, Nick Dunne karakterini canlandırırken; Rosamund Pike, Amy Dunne rolünde izleyici karşısına çıkıyor. Neil Patrick Harris, Desi Collings karakterine hayat verirken Tyler Perry ise Tanner Bolt rolünü üstleniyor. Carrie Coon, Margo Go Dunne karakterini canlandırırken Kim Dickens, Rhonda Boney rolünde yer alıyor. Patrick Fugit, James Gilpin karakterini oynarken, Emily Ratajkowski, Andie Hardy/Fitzgerald rolünde karşımıza çıkıyor. Lola Kirke, Greta karakterini canlandırırken Boyd Holbrook, Jeff rolünü üstleniyor. Sela Ward, Sharon Schieber karakterine hayat verirken Lisa Banes, Marybeth Elliott rolünde yer alıyor. Missi Pyle, Ellen Abbott karakterini canlandırırken David Clennon, Rand Elliott rolünü üstleniyor. Casey Wilson, Noelle Hawthorne karakterini canlandırırken Scoot McNairy, Tommy O'Hara rolünde izleyiciyle buluşuyor. Bu güçlü oyuncu kadrosu, filmin karmaşık ve çok katmanlı karakterlerini başarıyla hayata geçirerek izleyicinin psikolojik bir yolculuğa çıkmasına olanak tanıyor. Filmin Öyküsü: Derinlemesine Bir Bakış Kayıp Kız 'ın merkezinde, beşinci evlilik yıldönümlerinde eşi Amy'nin kaybolmasıyla hayatı alt üst olan Nick Dunne yer alıyor. Başlangıçta polis ve medya Nick'i endişeli ve perişan bir koca olarak görse de zamanla şüpheler Nick'in üzerinde yoğunlaşmaya başlar. Film, Nick'in yaşadığı bu kaotik süreci ve Amy'nin kaybolmadan önceki günlerine dair ipuçları sunan günlük kayıtlarını dönüşümlü olarak anlatıyor. Amy'nin günlüğünden okuduklarımız, görünüşte mutlu bir evliliğin aslında nasıl bir çöküşün eşiğinde olduğunu gözler önüne seriyor. İşlerini kaybetmeleri ve Nick'in hasta annesine bakmak için New York'tan Missouri'ye taşınmaları çift arasındaki gerilimi artırmış, Nick'in Amy'den uzaklaşmasına ve bir öğrencisiyle ilişki yaşamasına neden olmuştur. Polis soruşturması ilerledikçe evde kan izleri, zorla girilmiş gibi gösterilen bir sahne ve Amy'nin yakın zamanda bir silah almaya çalıştığına dair bilgiler ortaya çıkar. Ayrıca, Amy'nin hamile olduğuna dair tıbbi raporlar bulunur ancak Nick bu konuda hiçbir bilgisinin olmadığını söyler. Her evlilik yıldönümünde Amy'nin Nick için hazırladığı karmaşık hazine avları bu yıl Nick'in ilişkisini yaşadığı yerlere dair ipuçları içermektedir bu da Amy'nin Nick'in ihanetinden haberdar olduğunu gösterir. Nick, kız kardeşi Margo'nun kulübesinde kredi kartıyla alınmış binlerce dolarlık eşya bulur. Amy'nin bıraktığı ipuçları polisi, Amy'nin Nick'ten giderek daha fazla korktuğunu ve onu öldüreceğinden endişelendiğini yazdığı yarısı yanmış bir günlüğe götürür. Tam bu noktada film büyük bir sürprizle izleyiciyi şaşırtır: Amy aslında yaşamaktadır ve Nick'i cinayetle suçlamak için detaylı bir plan yapmıştır. Nick'in ilişkisini öğrenen Amy, hayat sigortasını artırmış ve Nick'in kredi kartını kullanarak kulübedeki eşyaları gizlice satın almıştır. Hamile bir komşusuyla arkadaşlık kurmuş ona Nick'in öfkesi hakkında hikayeler anlatmış ve komşusunun idrarını çalarak hamileliğini sahte bir şekilde göstermiştir. Nick, Amy'nin eski erkek arkadaşlarıyla görüşür. Tommy O'Hara, Amy tarafından tecavüzle suçlandığını iddia ederken; zengin Desi Collings ise, Amy'nin kendisi hakkında uzaklaştırma kararı aldırdığını söyler. Kamp komşuları Amy'yi soyunca, Amy Desi'den yardım ister ve Nick'in tacizinden kaçtığına onu inandırır. Desi, Amy'yi göl evinde saklamayı kabul eder. Nick'in avukatı Tanner Bolt, Nick'i popüler bir televizyon programında ilişkisini itiraf etmeye ikna eder. Programdan kısa bir süre önce Andie, bir basın toplantısında ilişkilerini açıklar ancak Nick röportajı yapmaktan vazgeçmez. Amy'nin izleyeceğini bildiği için masumiyetini savunur ve eş olarak eksiklikleri için pişmanlığını dile getirir. Röportaj başarılı olur ve Nick geniş çapta sempati toplar. Ancak, Dedektif Boney zaten yeterli cinayet kanıtı toplamıştır ve Nick ile Margo'yu tutuklar. Tanner onları kefaletle serbest bırakır ve yaklaşan davaya hazırlanırlar. Nick'in röportajını izleyen Amy ona yeniden ilgi duymaya başlar ve kaçış hikayesini Weeks boyunca kurgular. Göl evindeki güvenlik kameralarını ve kendi kendine verdiği bilek ve vajinal yaraları kullanarak Desi'nin kendisini kaçırıp tecavüz ettiğini gösterir. Ardından Desi'yi baştan çıkarır, ilişki sırasında ona saldırır ve kanlar içinde eve döner böylece Nick'i tüm şüphelerden arındırır. Adli tıp uzmanları Amy'nin hikayesine inanır. Sorgulama sırasında Boney, tutarsızlıklarını sorgulasa da Amy dikkati Boney'nin üzerine çekerek onu yetersizlikle suçlar. FBI Amy'ye inanır ve davayı kapatır ancak Boney Amy'nin suçlu olduğuna dair şüphelerini korur. Eve döndüğünde Amy, Nick'e gerçeği anlatır ve Desi'yi öldürdüğünü itiraf eder. Yedi hafta sonra evlerinde televizyonda bir röportaj gerçekleşir. Nick'in kendisini terk edip hikayesini kamuoyuna açıklama niyetini tahmin eden Amy, röportajdan dakikalar önce bir tüp bebek kliniğinden aldığı Nick'in spermiyle kendisini döllediğini ve hamile olduğunu açıklar. Filmin bu karmaşık ve sürprizlerle dolu olay örgüsü sadece bir kayıp vakasını değil aynı zamanda evlilik ilişkilerindeki manipülasyonu ve psikolojik savaşları da gözler önüne seriyor. Nick ve Amy'nin güvenilmez anlatımları izleyicinin sürekli olarak kimin doğruyu söylediğini sorgulamasına neden oluyor. Tür, Temalar ve Genel Etki Kayıp Kız, öncelikle bir psikolojik gerilim filmi olarak tanımlanabilir. Filmde neo-noir unsurları da belirgindir bu da hikayeye ahlaki belirsizlik ve sinizm katmaktadır. Gerilim, melodram ve korku unsurlarının birleşimi, filmi daha da etkileyici kılarken yer yer kara mizahın da kullanılması anlatıya farklı bir boyut katmaktadır. Yönetmen Fincher'ın Hitchcockvari yaklaşımı, filmin sürükleyiciliğini ve gizemini artırmaktadır. Filmin merkezi temaları ve motifleri oldukça çeşitlidir: İlişkilerde Aldatma ve Yalanlar:  Nick ve Amy'nin evliliği baştan sona yalanlar ve aldatmacalar üzerine kuruludur. Her iki karakter de kendi çıkarları doğrultusunda sürekli olarak birbirini ve çevrelerindeki insanları manipüle etmektedir. Medya Manipülasyonu ve Kamuoyu Yargısı:  Amy'nin kayboluşu ve Nick'in şüpheli konumu medyanın nasıl bir sansasyon yarattığını ve kamuoyunu nasıl etkilediğini çarpıcı bir şekilde göstermektedir. Evliliğin Bir Performans ve Yapaylık Olarak Sunulması:  Film, evliliğin dışarıya karşı sergilenen bir imajdan ve karakterlerin birbirlerine karşı oynadıkları rollerden ibaret olabileceğini sorgulamaktadır. Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Beklentiler:  Film, kadın ve erkeklere atfedilen toplumsal rolleri ve evlilik içindeki beklentileri eleştirel bir bakış açısıyla incelemektedir. Ekonomik Kaygılar ve Finansal Baskı:  İşsizlik ve ekonomik zorluklar Nick ve Amy'nin evliliğinde önemli bir stres kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Kimlik ve Yeniden Yaratma:  Her iki karakter de farklı zamanlarda kendi kimliklerini sorgulamakta ve başkalarının beklentilerine göre kendilerini yeniden yaratmaya çalışmaktadır. Psikopati ve Sosyopati:  Amy'nin davranışları, psikopatik ve sosyopatik özellikler sergilemektedir. Bu durum, filmin psikolojik analizinin önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Manipülasyon ve Psikolojik Kontrol:  Film boyunca Nick ve Amy, birbirlerini ve çevrelerindeki insanları sürekli olarak manipüle etmeye ve psikolojik olarak kontrol etmeye çalışmaktadır. Narsisizm:  Özellikle Amy'nin davranışlarında belirgin olan narsisistik özellikler, ilişkilerindeki sorunların önemli bir kaynağıdır. İntikam:  Aldatılma, aşağılanma ve hayal kırıklığı gibi duygular, her iki karakteri de intikam almaya yöneltmektedir. Güvenilmez Anlatıcılar ve Değişen Perspektifler:  Filmin anlatım yapısı, izleyicinin sürekli olarak karakterlerin niyetlerini ve gerçekleri sorgulamasına neden olmaktadır. Kayıp Kız , eleştirmenlerden genel olarak olumlu yorumlar almış ve Rosamund Pike'ın performansı büyük beğeni toplamıştır. Pike bu rolüyle Akademi Ödülü'ne aday gösterilmiştir. Ben Affleck'in performansı da övgüyle karşılanmıştır. Film, sürükleyici hikayesi, başarılı oyunculukları ve Fincher'ın kendine has yönetmenlik tarzıyla izleyiciler üzerinde derin bir etki bırakmıştır. Ancak, filmin bazı temaları ve karakterlerin davranışları, özellikle toplumsal cinsiyet rolleri açısından tartışmalara yol açmıştır. Karakterlerin Psikolojisi: Nick ve Amy Dunne'ın İç Dünyası Kayıp Kız' ın psikolojik derinliği, öncelikle başkarakterleri Nick ve Amy Dunne'ın karmaşık ve rahatsız edici psikolojilerinden kaynaklanmaktadır. Nick Dunne'ın Psikolojik Profili ve Davranış Analizi Başlangıçta Nick Dunne; sıradan, karizmatik ve esprili bir adam olarak sunulur. Ancak Amy'nin kayboluşuyla birlikte Nick'in altında yatan kusurlar ve zayıflıklar ortaya çıkmaya başlar. İşini kaybetmesi ve eşiyle birlikte geçmişindeki yerleşim yerine dönmek zorunda kalması Nick'in evliliğinde bir gerilim yaratmış ve bu durum onu bir ilişkiye sürüklemiştir. Amy'nin kayboluşuna karşı gösterdiği apati ve ilgisizlik, polis ve medyanın şüphelerini üzerine çekmesine neden olur. Nick, medyanın ve kamuoyunun baskısıyla başa çıkmakta zorlanır ve zaman zaman öfke ve hayal kırıklığı belirtileri gösterir. Sonunda, Amy ile olan toksik ilişkisine hapsolmuş ve çaresiz bir şekilde boyun eğmiş gibi görünür. Bazı yorumlar, Nick'in de narsisistik eğilimler sergilediğini öne sürmektedir. Nick'in motivasyonları, duygusal tepkileri ve psikolojik durumunun film boyunca nasıl evrildiği dikkatli bir odaklanma gerektirmektedir. Amy Dunne'ın Psikolojik Profili ve Davranış Analizi Amy Dunne; zeki, çekici ve manipülatif bir kadın olarak tasvir edilir. Davranışları, DSM 5'e göre antisosyal kişilik bozukluğu ve potansiyel olarak narsisistik kişilik bozukluğu özelliklerini taşımaktadır. Çocukluğundan itibaren ailesinin yarattığı muhteşem Amy imajı, üzerinde büyük bir baskı yaratmış ve yetersizlik duygusuna yol açmıştır. Amy, kontrolü elinde tutmak ve insanları manipüle etmek için karmaşık planlar ve yalanlar üretir. Eylemlerinden dolayı pişmanlık, empati eksikliği gösterir ve intikamcı ve sadist eğilimler sergiler. Başkalarını manipüle etmek için farklı kişilikler örneğin; havalı kız imajı yaratır. Amy'nin rahatsız edici psikolojik profili, filmin anlatısının merkezinde yer alır. Geçmişindeki travmalar ve kontrol arzusu, olay örgüsünün önemli dönüm noktalarını tetikler. Filmin Öne Çıkan Psikolojik Temaları Kayıp Kız, karakterlerin bireysel psikolojilerinin yanı sıra evlilik ve ilişkilerdeki daha geniş psikolojik temaları da ele almaktadır. Narsisizm ve İlişkilere Yansıması Amy'nin büyüklük yanılgısı, sürekli hayranlık beklemesi ve empati eksikliği gibi narsisistik özellikleri, ilişkilerinde önemli sorunlara yol açar. Nick'in de narsisistik özellikler sergileme potansiyeli bu iki karakter arasındaki toksik ilişkinin temelini oluşturur. Narsisistik eğilimler, evliliklerinin çöküşüne ve birbirlerine karşı sergiledikleri manipülatif davranışlara önemli ölçüde neden olur. Manipülasyon ve Psikolojik Kontrol Amy'nin Nick'i tuzağa düşürmek ve anlatıyı kontrol etmek için tasarladığı karmaşık ve hesaplı planlar ve Nick'in medya aracılığıyla kamuoyunu manipüle etme çabaları, filmdeki temel psikolojik temalardandır. Evlilik içindeki güç dinamikleri ve her iki karakterin de kontrolü ele geçirme çabası filmin gerilimini sürekli olarak artırır. Her iki karakterin sergilediği farklı manipülasyon biçimleri ve bunların psikolojik etkileri filmin derinlemesine incelenmesi gereken yönlerindendir. Evlilik İlişkilerinde Sorunlar ve Çıkmazlar Kayıp Kız, toksik bir evliliğin rahatsız edici bir portresini sunar. İletişim kopukluğu, güvensizlik ve samimiyetin yokluğu bu evliliğin temel sorunlarıdır. Evliliğin bir performans olarak algılanması ve toplumsal beklentiler ve Nick ile Amy'nin gerçekten birbirleri için yaratılıp yaratılmadığı sorusu, filmin düşündürücü yönlerini oluşturur. Film evliliğin; manipülasyon, kin ve sevginin yozlaşması potansiyelini acımasız bir şekilde gözler önüne sererken bağlılığın doğası ve ilişkilerde takınılan maskeler hakkında önemli sorular sorar. Medya Etkisi ve Toplumsal Beklentiler Medyanın kamuoyunu şekillendirme ve soruşturmaları etkileme rolü ve ilişkilerde kadın ve erkekler üzerinde kurulan toplumsal baskılar ve beklentiler, filmin psikolojik analizine derinlik katan diğer önemli temalardır. Ayrıca, Amy'nin muhteşem Amy olarak yetiştirilmesinin yetişkin kişiliği üzerindeki etkisi gibi çocukluk deneyimlerinin yetişkin psikolojisi üzerindeki etkileri de filmde önemli bir yer tutar. Bu dışsal faktörler karakterlerin psikolojik durumlarına ve filmin olay örgüsünü derinden etkilemiştir. Psikolojik Gerçekçilik ve İnandırıcılık Kayıp Kız 'ın psikolojik gerçekçiliği ve inandırıcılığı hem olay örgüsü hem de karakterlerin davranışları açısından dikkat çekicidir. Olay Örgüsünün Psikolojik Açıdan Değerlendirilmesi Amy'nin karmaşık planlarının psikolojik açıdan ne kadar inandırıcı olduğu, filmin tartışmalı yönlerinden biridir. Uzun süreli ve detaylı bir şekilde tasarlanmış bu plan, bazı izleyiciler tarafından gerçekçi bulunmazken bazıları tarafından Amy'nin psikolojik yapısının bir yansıması olarak kabul edilir. Karakterlerin motivasyonlarının ve eylemlerinin mantıksallığı da benzer şekilde tartışılabilir. Filmin güvenilmez anlatımı ve bunun algılanan gerçeklik üzerindeki etkisi, olay örgüsünün psikolojik açıdan değerlendirilmesinde önemli bir rol oynar. Hikayenin dramatik etkisi için bazı noktalarda gerçekçiliğin sınırlarının zorlanıp zorlanmadığı da dikkate alınmalıdır. Karakterlerin Psikolojik Tutarlılığı ve İnandırıcılığı Nick ve Amy'nin davranışlarının, oluşturulan psikolojik profilleriyle ne kadar uyumlu olduğu filmin başarısının önemli bir göstergesidir. Ben Affleck ve Rosamund Pike'ın performansları, bu karmaşık psikolojik durumları başarıyla yansıtmakta büyük rol oynar.  Karakterlerin film boyunca sergiledikleri eylemler ve tepkiler, altta yatan kişilik özellikleriyle tutarlı mıdır? Bu soru, karakterlerin psikolojik inandırıcılığını değerlendirmek için kritik öneme sahiptir. Belirli sahneler ve karakter etkileşimleri incelenerek Nick ve Amy'nin psikolojik derinliği ve tutarlılığı hakkında daha kesin yargılara varılabilir. Sözün özü; Kayıp Kız, sadece sürükleyici bir gerilim filmi olmakla kalmayıp aynı zamanda evlilik ilişkilerinin karanlık yönlerini ve insan psikolojisinin karmaşıklığını derinlemesine inceleyen bir yapım olarak öne çıkıyor. Filmde işlenen narsisizm, manipülasyon, evlilik sorunları ve medya etkisi gibi psikolojik temalar, izleyicinin film üzerine uzun süre düşünmesini sağlıyor. Nick ve Amy Dunne'ın rahatsız edici psikolojik profilleri ve bu profillerin olay örgüsü üzerindeki etkisi, filmi psikolojik analiz açısından zengin bir kaynak haline getiriyor. Kayıp Kız , insan ilişkilerinin ne kadar karmaşık ve bazen de tehlikeli olabileceğine dair çarpıcı bir örnek sunarken, izleyiciyi kendi ilişkileri ve insan doğası üzerine düşünmeye davet ediyor. Bu karanlık ve rahatsız edici hikaye, uzun süre hafızalardan silinmeyecek bir psikolojik yolculuk vadediyor. İyi Seyirler! 🍿

  • Film Analizi: Parazit (Parasite)

    Parazit: Yaratıcı Ekip ve Oyuncu Kadrosu   Filminin arkasındaki yaratıcı güç, filmin orijinal hikayesini de yazan ve yöneten Bong Joon Ho  ile senaryoyu birlikte kaleme aldığı Han Jin-won 'dur. Filmin yapımcılığını Barunson E&A CEO'su Kwak Sin-ae  ile birlikte Moon Yang-kwon , Bong Joon Ho  ve Jang Young-hwan  üstlenmiştir. Filmin unutulmaz görsel dünyası Görüntü Yönetmeni Hong Kyung-pyo 'nun imzasını taşırken gerilimi ve duygusal derinliği artıran müzikler Jung Jae-il  tarafından bestelenmiş, kurgusu ise Yang Jin-mo  tarafından yapılmıştır; yapım şirketi ise Barunson E&A 'dır. Başlıca rollerde Kim ailesinin babası Kim Ki-taek rolünde Song Kang-ho , zengin ailenin babası Bay Park rolünde Lee Sun-kyun , Bayan Park rolünde Cho Yeo-jeong , Kim ailesinin oğlu Ki-woo rolünde Choi Woo-shik , Kim ailesinin kızı Ki-jeong rolünde Park So-dam , Kim ailesinin annesi Chung-sook rolünde Jang Hye-jin , Park ailesinin eski hizmetçisi Gook Moon-gwang rolünde Lee Jung-eun , onun kocası Oh Geun-sae rolünde Park Myung-hoon , Park ailesinin kızı Da-hye rolünde Jung Ji-so  ve oğlu Da-song rolünde Jung Hyeon-jun  yer almaktadır. Yönetmen Bong Joon Ho , aynı zamanda Cinayet Günlüğü (Memories of Murder), Yaratık (The Host), Annem (Mother) ve Snowpiercer gibi kült filmleriyle tanınan, toplumsal eleştiriyi tür sinemasıyla birleştiren saygın bir isimdir ve Parazit ile En İyi Film dahil dört Oscar kazanarak uluslararası alanda büyük bir başarıya imza atmıştır. Parazit'in Aynasında Kendimizle Yüzleşmek: Sınıf, Travma ve İnsan Ruhu Üzerine Bir Derin Dalış Bong Joon Ho'nun 2019 tarihli başyapıtı Parazit (Gisaengchung), sinema perdesini aşıp kolektif bilinçaltımıza sızan, rahatsız edici ve bir o kadar da büyüleyici bir film. Sadece Güney Kore'nin değil aynı zamanda küresel toplumun kanayan yarası olan sınıf ayrımcılığını mizah ve gerilimin kusursuz bir dengesiyle işlerken aslında bize insan ruhunun en karanlık ve en kırılgan köşelerine doğru bir yolculuk vaat ediyor. Bu yolculukta yoksul Kim ailesi ve zengin Park ailesi nin trajikomik hikayesi üzerinden toplumsal baskının, travmanın, bastırılmış arzuların ve savunma mekanizmalarının birey ve aile psikolojisi üzerindeki yıkıcı etkilerine tanık oluyoruz. Karanlık Bir Komediden Öte: Parazit'in Açtığı Toplumsal Yaralar İlk bakışta zekice kurgulanmış bir soygun filmi gibi başlayan Parazit , hızla yön değiştirerek sistemik eşitsizliğin acımasız bir portresine dönüşüyor. Yarı bodrum katındaki nemli ve karanlık evlerinde hayata tutunmaya çalışan Kim ailesi ile şehrin tepelerindeki minimalist ve steril malikanelerinde yaşayan Park ailesi arasındaki uçurum sadece fiziksel bir mesafeden ibaret değil. Film, liyakat mitini acımasızca yıkarken sosyal hareketliliğin neredeyse imkansız olduğu bir dünyada hayatta kalma mücadelesinin insanları nasıl ahlaki sınırların ötesine itebileceğini gözler önüne seriyor. Ancak filmin asıl gücü, bu toplumsal eleştiriyi karakterlerin iç dünyalarındaki çatışmalarla örerek vermesinde yatıyor. Psikolojik Mercek Altında Karakterler: Hayatta Kalma ve İzolasyonun Bedeli Parazit "in karakterleri, içinde bulundukları sosyoekonomik koşulların şekillendirdiği karmaşık psikolojik portreler sunmakta: Kim Ailesi - Hayatta Kalma Mücadelesinin Psikolojik Bedeli: Ki-taek (Baba - Song Kang-ho):  Ailenin reisi Ki-taek, başlangıçta pasif ve kaderine razı bir figür gibi görünse de içinde derin bir aşağılık kompleksi ve bastırılmış bir öfke barındırır. Özellikle Bay Park'ın koku hakkındaki küçümseyici yorumları, onun için ciddi bir narsisistik yaralanma dır. Bu koku, silinmez bir sınıf damgası gibi üzerine yapışır ve onurunu sürekli zedeler. Film boyunca yaşadığı küçük düşmeler birikir ve sonunda kontrolünü kaybederek sergilediği şiddet eylemi, uzun süredir bastırılmış travmatik bir öfkenin patlamasıdır. Savunma mekanizması olarak sık sık mantığa bürüme ye başvurur ( Bir planım var derken aslında bir planı olmaması gibi). Chung-sook (Anne - Jang Hye-jin):  Ailenin belki de en pragmatik ve ayakları yere basan üyesidir. Eski bir sporcu olmasının getirdiği disiplin ve dayanıklılıkla aileyi bir arada tutmaya çalışır. Ahlaki sınırları zorlayan durumlarda bile önceliği ailesinin hayatta kalmasıdır. Ancak olaylar geliştikçe onun da psikolojik direncinin kırılmaya başladığını görürüz. Ki-woo (Oğul - Choi Woo-shik):  Ailenin umudu ve trajedinin başlangıç noktasıdır. Zenginliğe ve statüye duyduğu özlem onu gerçeklikten koparan bir fantezi dünyasına iter. Arkadaşının hediye ettiği manzara taşı (Suseok) , onun için sadece bir şans tılsımı değil aynı zamanda ulaşmak istediği statünün ağırlığının altında ezildiği bir narsisistik yatırımdır. Planları başarısız oldukça yaşadığı hayal kırıklığı ve travma onu daha da umutsuzluğa sürükler. Kendini ve ailesini kandırmaya yönelik bilişsel çarpıtmaları  belirgindir. Ki-jung (Kız - Park So-dam):  Ailenin en zeki, uyum sağlama yeteneği en yüksek ve manipülatif üyesi. Soğukkanlılığı ve duruma hızla adapte olabilmesi belki de duygusal bir kopukluğun veya erken yaşta gelişmiş bir savunma mekanizmasının ürünüdür. Empati yoksunluğu ve hedefe ulaşmak için her yolu mübah görmesi, antisosyal kişilik özelliklerine  dair soru işaretleri uyandırır. Trajik sonu, sistemin en parlak beyinleri bile nasıl yutabileceğinin bir göstergesidir. Park Ailesi - Zenginliğin İzolasyonu ve Duygusal Boşluğu: Bay Park (Baba - Lee Sun-kyun):  Teknoloji şirketinin CEO'su olan Bay Park, kibar görünümünün ardında derin bir sınıf bilinci ve önyargı taşır. Çalışanlarına karşı mesafeli ve sınırların aşılmaması konusundaki takıntısı özellikle de koku  üzerinden yaptığı mikroagresyonlar onun narsisistik yapısını ve alt sınıflara yönelik bilinçdışı aşağılamasını ortaya koyar. Kendi ayrıcalıklı dünyasında başkalarının gerçekliğine karşı kördür. Bayan Park (Anne - Cho Yeo-jeong):  Genellikle saf ve basit olarak tanımlansa da onun durumu daha çok kasıtlı bir inkar mekanizması  gibi okunabilir. Evindeki bariz tuhaflıkları ve çalışanlarındaki değişimleri görmezden gelmesi konfor alanını koruma ve rahatsız edici gerçeklerle yüzleşmekten kaçınma çabasıdır. Çocuklarına yönelik aşırı korumacı tavrı ve endişeleri kendi içsel boşluğunu ve tatminsizliğini yansıtıyor olabilir. Da-hye (Kız) ve Da-song (Oğul):  Park ailesinin çocukları, ebeveynlerinin duygusal mesafesinin ve yapay dünyasının ürünleridir. Da-hye'nin Ki-woo'ya olan ilgisi belki de evdeki duygusal boşluktan bir kaçıştır. Da-song'un bodrumdaki adamı gördükten sonra yaşadığı iddia edilen travma ve çizdiği hayalet resmi, evin bastırılmış sırlarının ve bilinçdışının sembolik bir dışavurumudur. Metaforların Yorumu: Bilinçdışının Sesleri Parazit , bilinçdışımızın dilini konuşan güçlü metaforlarla doludur: Ev (Mimari ve Psikolojik Alan):  Park ailesinin evi sadece lüks bir yapı değil aynı zamanda bir zihin haritasıdır. Güneşli, ferah üst katlar bilinci  ve idealize edilmiş yaşamı temsil ederken karanlık, gizli bodrum katı bilinçdışını , bastırılmış sırları (eski hizmetçi ve kocası), korkuları ve toplumsal tabuları simgeler. Evin kendisi, içinde yaşayanları hem koruyan hem de hapseden bir yapıya dönüşür. Merdivenler:  Filmde sürekli karşımıza çıkan merdivenler, sosyal ve psikolojik hiyerarşinin en somut göstergesidir. Kim ailesinin bodruma inmesi düşüşü, Park ailesinin evine tırmanması ise (geçici) yükselişi simgeler. Ancak bu dikey hareketlilik gerçek bir sınıf atlamadan ziyade tehlikeli bir illüzyondur. Koku:  Belki de filmin en güçlü metaforu olan koku, sınıfın teninize sinen görünmez ama aşılamaz bir bariyer olduğunu anlatır. Utanç, aşağılanma ve sosyal dışlanmanın en ilkel duyusal karşılığıdır. Bay Park'ın kokuya olan takıntısı, Kim ailesi için travmatik bir tetikleyici işlevi görür. Taş (Suseok):  Ki-woo'nun saplantı haline getirdiği bu taş, başlangıçta zenginlik ve başarı umudunu temsil eder. Ancak zamanla ağırlaşan bir yüke, sorumluluğa ve nihayetinde bir şiddet aracına dönüşür. Taş, fallik bir sembol olarak da okunabilir; iktidar arzusunu, ancak aynı zamanda bu arzunun yıkıcı potansiyelini de taşır. Yağmur/Sel:  Aynı doğa olayının farklı sınıflar için bambaşka anlamlar taşıması, eşitsizliğin en acımasız yüzünü gösterir. Zenginler için romantik bir manzara veya küçük bir aksaklık olan yağmur, yoksullar için ise evlerini, eşyalarını ve umutlarını yok eden bir felakettir. Sel, Kim ailesinin yaşadığı travmayı derinleştirir ve tüm kazanımlarının ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatır. Aile Dinamikleri ve Kuşaklararası Aktarım Her iki ailenin de iç dinamikleri, karakterlerin psikolojisini anlamak için önemlidir. Kim ailesi, zorluklar karşısında sıkı bir işbirliği sergilese de bu birliktelik ortak bir suçluluk ve umutsuzluk üzerine kuruludur. Ebeveynlerin çocuklarına yüklediği beklentiler (özellikle Ki-woo'ya) ağırdır. Park ailesi ise dışarıdan mükemmel görünse de üyeleri arasında gerçek bir duygusal bağ ve iletişim eksikliği göze çarpar. Ebeveynlerin kendi sorunları ve öncelikleri çocuklarının duygusal ihtiyaçlarını gölgede bırakır. Belki de her iki ailede de kendi ebeveynlerinden devraldıkları ve farkında olmadan çocuklarına aktardıkları kuşaklararası travma  ve davranış kalıplarının izlerini sürebiliriz. Toplumsal Baskı ve Bireysel Patlama: Sistem Kurban mı Yaratır? Parazit , bireysel ahlak ve seçimlerden ziyade sistemin bireyler üzerindeki ezici etkisine odaklanır. Sürekli aşağılanma, başarısızlık hissi ve çıkışsızlık duygusu özellikle Ki-taek karakterinde birikerek patlamaya yol açar. Onun son eylemi, kişisel bir öfkeden çok temsil ettiği sınıfın onurunun iadesi gibi okunabilecek trajik ve umutsuz bir başkaldırıdır. Film, kötü insanlar yaratmaktan çok sistemin insanları nasıl çaresizliğe ve şiddete itebileceğini sorgulatır. Parazit'in Bıraktığı Rahatsız Edici Miras ve İçimizdeki Yansımalar Parazit , izleyiciyi koltuğunda rahat bırakmayan ve uzun süre zihnini meşgul eden filmlerden. Çünkü sadece uzak bir ülkedeki sınıf çatışmasını değil aynı zamanda kendi toplumumuzdaki ve hatta kendi içimizdeki dinamikleri de yansıtıyor. Film bize şu soruları soruyor: Başkalarının emeği ve görünmezliği üzerine kurulu konforumuzun ne kadar farkındayız? Hangi kokuları görmezden geliyor, hangi bodrumları yok sayıyoruz? Kendi hırslarımız ve korkularımız bizi nereye sürüklüyor? Parazit ; bireysel ve kolektif travmalarımızı, savunma mekanizmalarımızı ve bilinçdışı arzularımızı anlamlandırma yolunda güçlü bir uyaran işlevi görüyor. Kendi hayatlarımızdaki parazitleri -ister içsel ister dışsal olsun- tanımak ve onlarla yüzleşmek daha sağlıklı bireyler ve daha adil bir toplum yaratma yolundaki ilk adımdır. Bu yüzleşme sürecinde profesyonel bir destek almak çoğu zaman karmaşık duyguları ve kalıpları çözümlemede önemli bir fark yaratabilir. Farkındalık dolu ve keyifli seyirler dilerim. 📽

  • Kitap ve Film İncelemesi, Aşk ve Gurur: Jane Austen'ın Ölümsüz Eseri

    Jane Austen'ın kaleme aldığı Aşk ve Gurur , yayımlandığı 1813 yılından bu yana edebiyat dünyasının en sevilen eserlerinden biri olmuştur. Romanın zamana meydan okuyan temaları, karmaşık karakterleri ve zekice diyalogları onu sadece bir aşk hikayesi olmanın ötesine taşımış, insan psikolojisinin derinliklerine inen bir incelemeye dönüştürmüştür. Bu ölümsüz eser, sinemaya da defalarca uyarlanmış, özellikle 2005 yapımı film, modern izleyiciler için bu klasik aşk hikayesini yeniden canlandırmıştır. Bir psikolog gözüyle baktığımızda hem roman hem de film karakterlerin motivasyonlarını, davranışlarını ve aralarındaki çalkantılı ilişkileri anlamak için zengin bir kaynak sunmaktadır. Beyaz Perdede Aşk ve Gurur: 2005 Yapımı Filmin Dünyası 2005 yılında vizyona giren Aşk ve Gurur filmi, yönetmen koltuğunda Joe Wright'ın oturduğu bir yapım olarak dikkat çekmektedir . Deborah Moggach'ın senaryosunu yazdığı bu film, Jane Austen'ın romanına taze ve modern bir yorum getirmiştir . Filmin yapımcıları arasında Tim Bevan ve Eric Fellner yer almıştır . Filmin başrollerinde, zekası ve bağımsızlığıyla öne çıkan Elizabeth Bennet karakterini Keira Knightley canlandırmıştır . Gururlu ve mesafeli Fitzwilliam Darcy rolünde ise Matthew Macfadyen etkileyici bir performans sergilemiştir . Filmde ayrıca Rosamund Pike (Jane Bennet), Simon Woods (Mr. Bingley), Jena Malone (Lydia Bennet), Donald Sutherland (Mr. Bennet), Brenda Blethyn (Mrs. Bennet) ve Judi Dench (Lady Catherine de Bourgh) gibi başarılı oyuncular da yer almaktadır . Aşk ve Gurur filminin çekimleri, İngiltere'nin çeşitli tarihi ve büyüleyici mekanlarında gerçekleştirilmiştir . Bennet ailesinin evi Longbourn olarak gösterilen yer, Kent bölgesindeki Groombridge Place'dir . Mr. Bingley'nin kiraladığı Netherfield malikanesi ise Berkshire'daki Basildon Park'tır . Mr. Darcy'nin muhteşem evi Pemberley'nin dış çekimleri Derbyshire'daki Chatsworth House'da, iç mekanları ise Wiltshire'daki Wilton House'da yapılmıştır. Lady Catherine de Bourgh'un evi Rosings Park olarak Lincolnshire'daki Burghley House kullanılmıştır . Darcy'nin Elizabeth'e ilk evlenme teklif ettiği sahne ise Wiltshire'daki Stourhead Garden'daki Apollo Tapınağı'nda çekilmiştir . Meryton köyü sahneleri için Lincolnshire'daki Stamford kasabasının St. George's Meydanı tercih edilmiştir . Ayrıca, Peak District'in doğal güzellikleri de filmde yer almıştır .    2005 yapımı Aşk ve Gurur filmi hem eleştirmenlerden hem de izleyicilerden büyük beğeni toplamış ve birçok ödül kazanmıştır . Yönetmen Joe Wright, bu filmle BAFTA En İyi Yeni Yönetmen ödülünü almıştır. Psikolog bakış açısıyla değil ama bir izleyici, okuyucu ve Jane Austen hayranı olarak söyleyebilirim ki kitabın verdiği duygunun asla yadsınamamasıyla birlikte bu film onu adete göklere çıkarmış. 2005 yapımı Aşk ve Gurur filminin unutulmaz atmosferine katkıda bulunan en önemli unsurlardan biri de müzikleriydi. Yönetmen Joe Wright, bu projede İtalyan besteci Dario Marianelli ile çalışmıştır. Wright'ın Marianelli'den beklentisi, 19. yüzyılın başlarındaki dönemin klasik kompozisyonlarını yansıtacak bir müzik yaratmasıydı. Bu doğrultuda Marianelli, Fransız virtüöz piyanist Jean-Yves Thibaudet ve İngiliz Oda Orkestrası ile iş birliği yapmıştır. Thibaudet'nin piyano performansı ve orkestranın katkıları, Marianelli'nin bestelerini adeta bir zaman yolculuğuna çıkarıyor. Hatta filmde yer alan A Postcard To Henry Purcell adlı parça, ünlü İngiliz besteci Henry Purcell'in Abdelazar süiti için yazdığı müzikten bir temayı ödünç alırken, Benjamin Britten da bu temayı The Young Person's Guide to the Orchestra adlı eserinde kullanmıştır. Bu detaylar, filmin müziklerinin ne kadar özenle ve dönemin ruhuna uygun bir şekilde hazırlandığını gözler önüne seriyor. Jane Austen Jane Austen: Ölümsüz Eserin Yaratıcısı Jane Austen, 1775 yılında İngiltere'de doğmuş ve 1817 yılında hayata veda etmiştir . Bir rahibin kızı olan Austen, okumaya ve yazmaya düşkün bir aile ortamında büyümüştür. Aile içi etkinliklerinde edebiyat ve tiyatro önemli bir yer tutmuştur . Austen'ın ilk edebi denemeleri gençlik yıllarına dayanmaktadır . Aşk ve Gurur romanının ilk taslağı, 1796-1797 yılları arasında İlk İzlenimler adıyla kaleme alınmıştır . Ancak bu ilk versiyon yayımlanmamış, Austen tarafından yıllar sonra yeniden gözden geçirilerek 1813 yılında önce Gurur ve Ön Yargı sonrasında ise Aşk ve Gurur olarak okuyucuyla buluşmuştur . Austen'ın diğer önemli eserleri arasında Sense and Sensibility (1811), Mansfield Park (1814) ve Emma (1815) da bulunmaktadır . Jane Austen'ın romanları, genellikle 19. yüzyıl İngiliz toplumunun orta sınıfının yaşamını, evlilik geleneklerini, toplumsal beklentilerini ve kadınların bu dünyadaki konumunu ele almaktadır . Kadınların ekonomik ve sosyal güvence için evliliğe olan bağımlılığı, Austen'ın eserlerinde sıkça rastlanan bir temadır . Zekice diyalogları, ironik anlatımı ve karakterlerinin derinlikli psikolojik tasvirleri; Jane Austen'ı İngiliz edebiyatının en saygın yazarlarından biri yapmıştır. Psikoloji Merceğinden Aşk ve Gurur Sahne Kuruluyor: Toplumsal Beklentiler ve İlk İzlenimler Aşk ve Gurur , Bennet ailesinin beş bekar kızının evlilik arayışları ve bu süreçte karşılaştıkları toplumsal normlar ve kişisel önyargılar etrafında şekillenir. Hikayenin merkezinde ise zeki ve bağımsız Elizabeth Bennet ile gururlu ve varlıklı Fitzwilliam Darcy arasındaki inişli çıkışlı ilişki yer alır. İlk karşılaşmalarında Darcy'nin Elizabeth'e yönelik küçümseyici tavrı ve Elizabeth'in Darcy hakkındaki olumsuz ilk izlenimleri, aralarındaki ilişkinin seyrini derinden etkiler.    Zihin Oyunları ve Motivasyonlar: Baş Karakterlerin İç Dünyası Elizabeth Bennet:  Zekası ve canlılığıyla öne çıkan Elizabeth, aynı zamanda güçlü ilk izlenimlere sahip olma ve aceleci yargılarda bulunma eğilimindedir . Darcy'ye karşı geliştirdiği ilk ön yargı, onun kibirli tavırları ve Wickham'ın yalan dolu hikayeleriyle beslenir. Bu durum, doğrulama önyargısının bir örneğidir; Elizabeth, Darcy hakkındaki olumsuz görüşünü destekleyen bilgileri arar ve yorumlar . Wickham'ın çekiciliği ise Elizabeth'in onda olumlu özellikler atfetmesine neden olurken potansiyel kusurları göz ardı etmesine yol açar ki bu da hale etkisinin  bir yansımasıdır . Elizabeth'in bağlanma stili, yaşadığı deneyimler ve Darcy'ye duyduğu güvenle zamanla daha güvenli bir bağlanma  yönünde evrilir.    Mr. Darcy:  Yüksek sosyal statüsü ve zenginliğiyle öne çıkan Darcy, ilk başta gururlu ve mesafeli bir tavır sergiler . Bennet ailesine ve Meryton topluluğuna karşı duyduğu ilk küçümseme, grup içi önyargısını yansıtır. Ancak Elizabeth'in zekası ve canlılığı karşısında giderek artan bir çekim hisseder. Darcy'nin bağlanma stili başlangıçta kaçınmacı  özellikler gösterse de Elizabeth'e olan derin sevgisi ve bağlılığı sayesinde daha güvenli bir bağlanmaya  doğru bir gelişim gösterir.    Hem Elizabeth hem de Darcy, gurur ve önyargı gibi insan doğasının temel özelliklerini sergilerler . Romanın ilk başlığı olan İlk İzlenimler bu iki karakterin birbirleri hakkındaki ilk yargılarının ne kadar yanıltıcı olabileceğini ve gerçek anlayışın önündeki engelleri vurgular.    Sayfadan Ekrana: Psikolojik Derinlik Ne Kadar Korundu? Film uyarlamaları, karakterlerin iç dünyalarını ve psikolojik karmaşıklıklarını romandaki kadar detaylı bir şekilde yansıtmakta zorlanabilir. Roman, anlatıcının sesi ve karakterlerin iç monologları aracılığıyla daha derin bir psikolojik keşif sunarken film daha çok görsel unsurlar ve oyuncuların performansları üzerinden karakterleri aktarmaya çalışır. Örneğin, Darcy'nin düşünceli ve içe dönük yapısı Matthew Macfadyen'in oyunculuğuyla etkili bir şekilde yansıtılırken romanda Austen'ın anlatımıyla bu durum daha ayrıntılı bir şekilde işlenir.    Filmin süresi ve yapısı, romanın tüm detaylarını ve karakterlerin psikolojik gelişimini tam olarak aktarmayı zorlaştırabilir . Bu durum, bazı karakterlerin dönüşümlerinin romandaki kadar kademeli ve inandırıcı olmamasına neden olabilir. Ayrıca filmin odak noktası (romantizm, sosyal eleştiri vb.) hangi psikolojik yönlerin vurgulanacağını veya geri planda kalacağını etkileyebilir . Örneğin 2005 yapımı film, romantik ilişkiye daha fazla odaklanırken romanın toplumsal sınıf eleştirisi gibi diğer yönleri daha az vurgulanabilir .    Bağlantı Dansı: İlişkilerdeki Psikolojik Dinamikler Elizabeth ve Darcy arasındaki ilişki, başlangıçta karşılıklı antipati ve yanlış anlamalarla doludur. Zekice atışmaları ve entelektüel tartışmaları, farklılıklarına rağmen aralarındaki çekimi ortaya koyar. Darcy'nin gururlu ilk evlilik teklifi ve Elizabeth'in bu teklifi reddetmesi, her iki karakterin de psikolojik durumları üzerinde önemli bir etki yaratır. Darcy'nin yazdığı mektup, Elizabeth'in Darcy hakkındaki düşüncelerini kökten değiştirir ve ona karşı olan hislerinin evrilmesine yol açar. Sonunda gururlarını ve önyargılarını yenmeleri, gerçek bir sevgiye ve ikinci bir evlilik teklifine zemin hazırlar. Bu ilişki, nefret-aşk temasının psikolojik çekiciliğini de gözler önüne serer.    Jane ve Bingley arasındaki ilişki ise ilk görüşte oluşan bir çekim ve birbirlerine duydukları gerçek sevgi üzerine kuruludur. Jane'in iyimser ve nazik kişiliği , Bingley'nin ise iyi huylu ve kolay etkilenen yapısı, ilişkilerinde daha doğrudan ve güvenli bir bağlanma stili sergilemelerine olanak tanır.  Bennet ailesinin dinamikleri de farklı kişilikleri ve toplumsal kaygıları yansıtır. Bayan Bennet'in kızlarını iyi evliliklerle güvence altına alma konusundaki takıntısı, Bay Bennet'in alaycı ve mesafeli tavrı ve diğer kız kardeşlerin farklı kişilikleri, dönemin toplumsal yapısı içinde bireylerin psikolojik tepkilerini anlamamıza yardımcı olur.    Temalar Psikolojik Güçler Olarak Aşk ve Gurur' da işlenen aşk; gurur, önyargı ve toplumsal sınıf gibi temalar karakterlerin psikolojilerini ve aralarındaki çatışmaları şekillendiren önemli güçlerdir. Aşkın ilk izlenimlerin ötesine geçerek karakter ve zeka gibi derin bağlara dayanması gerektiği vurgulanır. Gurur ve önyargı, karakterlerin birbirlerini anlamalarını engelleyen temel psikolojik bariyerlerdir ve bu engellerin aşılması, gerçek bir bağlantı kurmanın ön koşuludur. Dönemin katı toplumsal sınıf sistemi ise karakterlerin öz saygıları ve başkalarına yönelik algıları üzerinde derin bir psikolojik etkiye sahiptir.    Neden Onları Destekliyoruz: İzleyici Bağlantısının Psikolojisi İzleyicilerin Aşk ve Gurur 'un karakterleriyle ve hikayesiyle bağ kurmasının birçok psikolojik nedeni vardır. Tarihi bir ortamda geçmesine rağmen karakterlerin kusurları ve mücadeleleri (gurur, önyargı, güvensizlikler) modern izleyiciler için de oldukça ilişkilendirilebilirdir.  Nefret-aşk temasının çekiciliği ve kahramanların farklılıklarını aşıp aşkı bulmalarının verdiği tatmin duygusu da izleyiciyi hikayeye bağlar. Hikayenin, özellikle aşkın toplumsal engelleri aşması ve kişisel gelişimin mutluluğa yol açması fikri gibi dilek gerçekleştirme yönü de izleyiciler üzerinde olumlu bir etki yaratır. Elizabeth ve Darcy arasındaki zekice diyaloglar ve entelektüel atışmalar ise hikayeyi daha da ilgi çekici kılar.    Temsili İllüstrasyon Modern Ruh Halinde Aşk ve Gurur: Kalıcı Etki Aşk ve Gurur romanı ve film uyarlaması, popüler kültür üzerinde derin ve kalıcı bir etki bırakmıştır. Özellikle Elizabeth Bennet ve Mr. Darcy karakterleri, romantik edebiyatın ikonik figürleri haline gelmiştir. Hikaye, sonraki romantik komedileri ve nefret-aşk temasını içeren birçok anlatıyı etkilemiştir. Romanın edebiyat, film ve televizyonda sayısız uyarlaması ve yeniden yorumu, eserin güncelliğini ve uyarlanabilirliğini göstermektedir. Hikayenin insan ilişkilerine, sosyal dinamiklere ve kişisel gelişime dair sunduğu psikolojik iç görüler, modern toplumda da geçerliliğini korumaktadır.    Sözün özü Aşk ve Gurur , sadece bir aşk hikayesi olmanın çok ötesinde insan psikolojisinin derinliklerine inen; karakterlerin karmaşık iç dünyalarını ve toplumsal dinamikleri ustaca yansıtan bir başyapıttır. Hem romanı hem de film uyarlaması izleyicilere gurur, önyargı, aşk ve toplumsal sınıf gibi evrensel temalar üzerinden insan doğasına dair değerli iç görüler sunmaya devam etmektedir. Her ne kadar Aşk ve Gurur bir dönem romanı ve filmi hatta Jane Austen'ın Regency dönemi İngiltere’ sini   yansıttığı bir yapıt olsa da içinde barındırdığı duygular, çatışmalar ve değişim hikayesi hâlâ bize çok şey söylüyor. Belki de hepimizin içinde biraz Elizabeth, biraz da Darcy var… Kendimize ve ilişkilerimize bakarken bazen gururumuzu bazen korkularımızı bazen de sevme cesaretimizi fark ediyoruz. Bu yazı size hem hikayeyi hem de kendinizi yeniden düşünme fırsatı sunduysa ne mutlu bana! Bu kıymetli eseri okuyacak ve izleyecek herkese şimdiden iyi eğlenceler dilerim. 🪷

  • Birine Bağlanmaktan Neden Korkarız?

    Bağlanma Korkusu Romantik bir ilişki içinde sırtımızı yaslayabileceğimiz, güvenebileceğimiz ve güvenle bağlanabileceğimiz bir partnerle ilişki aslında herkes için sağlıklı bir ilişki biçimidir. Bazı insanlar için bu süreç, heyecan verici olduğu kadar kaygı verici de olabilir.  Değişen karakterler ve ilişki dinamikleri içinde bazı insanlar bağlanmaktan korkabiliyor. Duygusal yakınlaşma, bağımsızlığın kaybı, reddedilme veya hayal kırıklığı korkusunu tetikleyebilir. Peki, birine bağlanmaktan neden korkarız? Bu korku ilişkilerimizi nasıl etkiler?     Bağlanma korkusu, romantik veya yakın ilişkilerde duygusal bağ kurmaktan kaçınma eğilimi olarak tanımlanabilir. Psikolojide, bu durumun kökenleri genellikle erken çocukluk deneyimleri ve bağlanma stilleri ile ilişkilendirilir ancak bağlanma korkusunun altında yatan nedenler çeşitlidir.  Bağlanma korkusunun temelinde, bireyin geçmişte yaşadığı olumsuz deneyimler veya duygusal travmalar yer alabilir. Özellikle çocukluk dönemindeki ilişkiler, bağlanma stillerinin gelişmesinde önemli bir rol oynar. Örneğin, güvenli bağlanma stili gelişen bireyler, başkalarına güvenmekte zorlanmaz ve ilişkilerdeki duygusal yakınlaşmayı kolaylıkla kabul ederler ancak kaygılı bağlanma stiline sahip olanlar, sürekli olarak terk edilme veya reddedilme korkusu yaşarlar. Bu kişiler, başkalarına bağlanmaktan korktukları için ilişkilerde sık sık belirsizlik ve kaygı yaşarlar.  Bağlanma korkusunun bir diğer önemli kaynağı ise bireyin geçmişte yaşadığı travmatik ilişkiler veya duygusal istismar deneyimleridir. Bir kişi, önceki ilişkilerinde aldatılma, reddedilme ya da ihanet gibi olumsuz durumlarla karşılaştıysa, bu deneyimler gelecekteki ilişkilerinde bir tür savunma mekanizması olarak bağlanmaktan kaçınmasına neden olabilir. Bu deneyimler, kişiyi ilişkilere karşı temkinli hale getirir ve duygusal yakınlaşmayı reddetmesine yol açar.  Bağlanma korkusunun bir başka kaynağı ise bağımsızlık ve özgürlük arzusudur. Kişi, bireysel özgürlüğünü ve bağımsızlığını kaybetmekten korkar. Özellikle bağımsızlıklarına düşkün olan ve yalnızlıkla barışık olan bireyler, başkalarına duyduğu duygusal bağın, kendi kimliklerini kaybetmelerine veya özgürlüklerini sınırlamalarına yol açacağını düşündüklerinden bağlanmaktan çekinebilirler.  Bağlanma korkusunun yansımaları, ilişkileri fazlasıyla yıpratabilmektedir. Bu korku, romantik ilişkilerde duygusal mesafeyi artırabilir ve sağlıklı bir iletişim kurmayı zorlaştırabilir. Partnerin yakınlaşma isteğiyle başa çıkamayan bir kişi, ilişkiyi sonlandırabilir veya duygusal olarak geri çekilebilir. Bu, ilişkinin istikrarsızlaşmasına ve zamanla kopmasına neden olabilir. Aynı zamanda bağlanma korkusu, bireylerin duygusal ihtiyaçlarını ifade etmekte zorlanmalarına ve partnerlerinin duygusal ihtiyaçlarına karşı duyarsızlaşmalarına yol açabilir.     Sonuç olarak bağlanma korkusu, bireyin içsel dünyasında derin izler bırakabilen bir psikolojik durumdur. Bu korkunun üstesinden gelebilmek için, kişinin geçmiş deneyimlerini ve bağlanma stilini anlaması, duygusal yaralarını iyileştirmesi ve sağlıklı ilişki kurma becerilerini geliştirmesi önemlidir. Psikoterapi, özellikle bilişsel-davranışçı terapi gibi yaklaşımlar, bağlanma korkusuyla başa çıkmak için etkili bir yöntem olabilir.  Psikoloji Öğrencisi Ceren Göle

  • SIRT 1: GERÇEK / Ezgi Çolak'ın Kitabının Analizi

    Bir Psikolog Gözüyle Yetimhaneden Hayata Tutunma Mücadelesi Ezgi Çolak'ın SIRT 1: GERÇEK adlı romanı, okuyucuyu yetiştirme yurdunda büyüyen iki gencin, Işık ve Umut'un, travmalarla dolu geçmişleri ve karmaşık iç dünyalarında zorlu bir yolculuğa çıkarıyor. Kitap, özellikle erken yaşta hayatın sert gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kalan, terk edilme, kimlik arayışı  ve ruhsal zorluklarla mücadele eden gençlerin hayata tutunma çabalarını merkezine alıyor. Psikolog ve Aile Danışmanı Damla Altuğ 'un da belirttiği gibi, eser bireyin içsel çatışmalarını, yalnızlık hissini ve hayatta kalma mücadelesini etkileyici bir dille ele alıyor.    Işık: Travmanın Gölgesinde Var Olma Savaşı ve Bölünmüş Benlik Romanın ana karakteri Işık, okuyucuya adeta bir hayatta kalma rehberi sunuyor ancak bu rehber, derin yaralar ve karmaşık savunma mekanizmalarıyla dolu. Geçmişinde yaşadığı ağır travmalar (özellikle cinsel saldırı imaları ) ve terk edilmişlik, Işık'ın benliğinde derin izler bırakmış. Bu travmaların en belirgin yansıması, zihninde yarattığı Ate ve Ahenk karakterleri.    Ate:  İntikamcı, kışkırtıcı ve yıkıcı yönünü temsil ediyor gibi görünen Ate, Işık'ın travma sonrası öfkesini ve hayatta kalma içgüdüsünün karanlık tarafını simgeliyor olabilir. Ate, Işık'ı tehlikeli sulara çekse de bazen onu koruyan, acımasız dünyada ayakta kalmasını sağlayan bir mekanizma işlevi de görüyor.    Ahenk:  Masumiyeti, çocukluğu ve belki de Işık'ın korumak istediği kırılgan yanını temsil ediyor. Ahenk'in varlığı, Işık'ın içindeki umut kırıntılarını ve saf sevgi ihtiyacını gösteriyor olabilir.    Işık'ın bu içsel bölünmüşlüğü, psikolojik literatürde dissosiyasyon  olarak adlandırılan durumların edebi bir yansıması olabilir. Nitekim hikayede Psikiyatri Hekimi ona şizofreni başlangıcı teşhisi koyuyor. Işık'ın insanlara güvensizliği, ani duygu değişimleri, kendine zarar verme eğilimi  ve boşluk hissi, travma sonrası stres ve bağlanma sorunlarının da güçlü belirtileri. Umut ile kurduğu ilişki, onun için hayati bir tutunma noktası olsa da bu ilişki de kendi içinde karmaşıklıklar barındırıyor.    Umut: Bipolar Dalgalanmalar ve Güvenli Liman Arayışı Umut karakteri, Işık'ın karanlık dünyasındaki yegane ışık kaynağı gibi görünse de kendi içinde fırtınalarla boğuşuyor. Geçmişindeki aile travmaları, taciz  ve terk edilmeler onun ruhsal yapısını derinden etkilemiş. Umut'un yaşadığı yoğun duygusal iniş çıkışlar, hekim tarafından konulan bipolar bozukluk  teşhisiyle görülüyor. Manik dönemlerdeki aşırı enerjisi, riskli davranışları, depresif dönemlerdeki içe kapanıklığı, umutsuzluğu ve intihar girişimi bu bozukluğun tipik belirtilerini yansıtıyor.    Umut için Işık, sadece bir arkadaş değil aynı zamanda bir aile , onu anlayan ve yargılamayan tek kişi. Onların ilişkisi, yaralı ruhların birbirine tutunarak hayatta kalma çabasının dokunaklı bir örneği. Birbirlerinin tetikleyicisi olabildikleri gibi aynı zamanda birbirlerini en karanlık anlarında bile ayakta tutan yegane destek sistemi haline geliyorlar.    Ana Temalar: Yalnızlık, Bağlanma ve Akıl Sağlığı SIRT 1: GERÇEK , yetiştirme yurtlarında büyümenin getirdiği derin yalnızlık, aidiyet eksikliği ve güvenli bağlanma kurma zorluklarını çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Işık ve Umut'un hikayesi, travmanın uzun süreli etkilerini, akıl sağlığı sorunlarıyla mücadeleyi ve toplumun bu konudaki yetersizliğini vurguluyor.    Kitap aynı zamanda en zor koşullarda bile yeşerebilen insan bağının gücünü ve karmaşıklığını anlatıyor. Işık ve Umut'un ilişkisi sevgi, bağımlılık, koruma ve yıkım arasındaki ince çizgide ilerliyor. Onların birbirlerine sırt olması, hem bir sığınak hem de bazen bir engel teşkil edebiliyor.    Sözüm Özü Bu Roman Kırılganlığın ve Direncin Romanı Ezgi Çolak, SIRT 1: GERÇEK ile okuyucuya, travma ve akıl sağlığı sorunlarıyla boğuşan gençlerin gözünden dünyaya bakma fırsatı sunuyor. Kitap, acının ve umudun, yıkımın ve yeniden inşa çabasının iç içe geçtiği, psikolojik derinliği yüksek bir eser. Psikolog Damla Altuğ 'un da vurguladığı gibi benzer süreçlerden geçen bireylerin bir tıp uzmanından destek almasının iyileşme yolculuklarında büyük önem taşıdığını hatırlatmakta fayda var. Roman, okuyucuya empati kurma, anlaşılma ihtiyacını fark etme ve en önemlisi kendi içimizdeki veya çevremizdeki Işık ve Umut lara karşı daha duyarlı olma çağrısı yapıyor.    Yazar:  Ezgi Çolak Yayınevi:  Orionebula Yayınevi Matbaa:  Vadi Dijital Sayfa Sayısı:  153 Yayın Tarihi:  Nisan, 2025 Yazar Ezgi Çolak'a kitap analizini gerçekleştirebilmemiz adına eserini ulaştırdığı için teşekkür ederiz. 🌼

  • Kitap Analizi: Ma'dûm

    Bir Psikolog Gözüyle Ma'Dum: Travma, Kayıp ve Varoluşsal Sorgulamalar Üzerine Bir Analiz Ezgi Çolak- Ma'dûm / Orionebula Yayınevi Ezgi Çolak'ın Ma'Dûm adlı romanı, okuyucuyu ana karakter Eva'nın karmaşık iç dünyasına davet ediyor. Tıp fakültesini travmatik bir olay sonrası terk edip yazarlığa yönelen Eva'nın hikayesi; kayıp, yas, aile ilişkileri ve varoluşsal sancılar ekseninde derinlemesine bir psikolojik keşif sunuyor. Kısa Özet Roman, ana karakter Eva'nın, erkek kardeşi Cesur'un trajik ölümünün ardından yaşadığı zorlukları ve içsel çatışmaları merkezine alıyor. Sık sık kabuslarla boğuşan, yeme bozukluğu belirtileri gösteren  ve sosyal izolasyonu tercih eden Eva aynı zamanda Dolunay adını verdiği, kendisinin bir yansıması gibi duran içsel bir sesle mücadele eder. Eva'nın en yakın destekçisi, aynı zamanda Cesur'un eski aşkı olan (durumdan habersiz) Deniz'dir. Deniz de kendi travmalarıyla (Cesur'un kaybı, geçmişteki istismarcı ilişkisi ) başa çıkmaya çalışırken kızı Firuze'ye tutunur. Kitap, Eva'nın geçmişiyle yüzleşme, travmalarını anlama ve yazma eylemi aracılığıyla kendi gerçekliğini yeniden inşa etme çabasını takip eder. İlerleyen bölümlerde Eva'nın kendi yazdığı anlaşılan Tutku ve Tehlike karakterlerinin yer aldığı distopik bir dünya kurgusu da anlatıya dahil olur.    Psikolojik Çıkarımlar ve Temalar Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) ve Yas Süreci: Eva'nın yaşadıkları (kabuslar, geçmişe dönüşler/flashback'ler, tetikleyicilere aşırı tepki, kaçınma davranışları ) TSSB belirtileriyle örtüşmektedir. Cesur'un ölümü hem Eva hem de Deniz için çözümlenmemiş bir yas sürecini tetiklemiştir. Eva'nın ölümü kabullenemeyişi ve Cesur'u yazarak yaşatma çabası, yasın karmaşık doğasını gösterir.    Başa Çıkma Mekanizmaları: Eva'nın başa çıkma yöntemleri çeşitlidir: Yazmak (duyguları dışa vurma ve alternatif gerçeklik yaratma ), izolasyon ( merdiven altı gibi güvenli alanlar yaratma), sigara gibi maddelere yönelme  ve duygusal kaçınma. Oyuncak zürafa Bodur ile kurduğu bağ, çocukluk travmalarına ve güvenli bağlanma ihtiyacına işaret edebilir.    Deniz ise daha çok kızı Firuze'ye odaklanarak  ve geçmiş acılarını bastırarak  hayata tutunmaya çalışır.    Dissosiyasyon ve İçsel Çatışma (Dolunay Karakteri): Dolunay karakteri, Eva'nın dissosiyatif bir parçası veya içselleştirilmiş eleştirel/koruyucu bir ses olarak yorumlanabilir. Dolunay'ın varlığı, Eva'nın travma sonrası benliğinin parçalanmasını ve içsel çatışmalarını simgeler. Bazen yıkıcı eleştiriler getirirken, bazen de Eva'yı harekete geçiren bir güç olur.    İşlevsiz Aile Dinamikleri: Eva'nın ebeveynleriyle olan ilişkisi, hem onun hem de Cesur'un hayatını derinden etkilemiştir. Ebeveyn baskısı (özellikle babanın Cesur'un sanatçı olma isteğine karşı çıkması ), duygusal ihmal ve evdeki sürekli çatışma ortamı (ebeveynlerin avukatlık meslekleri üzerinden tartışmaları ) karakterlerin psikolojik yapılanmalarında önemli rol oynar. Eva'nın annesinin kontrolcü yapısı  ve babasının Cesur'un ölümünden sonra içine kapanması  bu dinamiklerin sonuçlarıdır.    Varoluşsal Sorgulamalar ve Kimlik Arayışı: Eva'nın tıp eğitimini bırakması, yaşam, ölüm, acı ve anlam üzerine derin sorgulamalara yol açar. Kendi gerçekliğinden kaçarak yazdığı kurgusal dünyalar hem bir sığınak hem de kimlik arayışının bir parçasıdır. Benzer şekilde sonradan karşılaştığı Kayra ve Genç Adam (Tutku) karakterleri de yaşam ve ölümle farklı şekillerde yüzleşir.    Toplumsal Cinsiyet ve Şiddet: Romanın ilerleyen bölümlerinde Eva'nın kadın cinayetleri ve toplumsal cinsiyet rolleri üzerine yaptığı araştırmalar, hikayeye sosyo-psikolojik bir boyut katmaktadır. Bu tema, Deniz'in geçmiş ilişkisi  ve Eva'nın ebeveynlerinin mesleği  üzerinden de yankı bulur.    Ezgi Çolak'ın Ma'Dum 'u, travmanın birey üzerindeki yıkıcı etkilerini, yasın karmaşıklığını ve insanın anlam arayışını cesurca ele alan bir kitap. Eva'nın içsel yolculuğu, okuyucuyu insan psikolojisinin karanlık ve aydınlık dehlizlerinde düşündürücü bir gezintiye çıkarıyor. Kitap; acıyla yüzleşmenin, onu kabul etmenin ve nihayetinde onunla birlikte yaşamayı öğrenmenin sancılı ama bir o kadar da insani sürecini gözler önüne seriyor.    Yazar: Ezgi Çolak Yayınevi: Orionebula Yayınevi Matbaa: Vadi Dijital Sayfa Sayısı: 158 Yayın Tarihi: Nisan, 2023 Yazar Ezgi Çolak'a kitap analizini gerçekleştirebilmemiz adına eserini ulaştırdığı için teşekkür ederiz. 🌼

  • Dizi İncelemesi: Chernobyl

    Felaketin Gölgesinde İnsan Ruhu ve Yıkılan Gerçeklikler - Psikolojik Bir İnceleme Sessiz Düşmanın Yarattığı Sarsıntı HBO'nun 2019 yapımı mini dizisi Chernobyl sadece 1986'daki nükleer felaketin teknik ve politik yönlerini değil aynı zamanda insan ruhunun en karanlık köşelerine ve en beklenmedik dayanıklılık anlarına da ışık tutan sarsıcı bir yapım. Bir psikolog olarak bu diziyi izlerken karakterlerin ve toplumun yaşadığı travmayı, başa çıkma mekanizmalarını ve bir sistemin gerçeği nasıl manipüle edebildiğinin psikolojik yansımalarını görmemek mümkün değil. Bu yazıyı oluştururken Chernobyl dizisinin bireysel ve kolektif travma, ahlaki ikilemler, inkar mekanizmaları ve kahramanlık kavramları üzerinden psikolojik bir mercekle incelemeye özen gösterdim. Dizinin Künyesi ve Başlıca Oyuncular Analizimize geçmeden önce bu etkileyici yapımın arkasındaki temel bilgilere ve karakterlere hayat veren isimlere göz atalım: Tür:  Tarihi Drama, Mini Dizi (5 Bölüm) Yaratıcı ve Senarist:  Craig Mazin Yönetmen:  Johan Renck Yapım:  HBO (ABD) ve Sky UK (Birleşik Krallık) Ortak Yapımı Yayın Tarihi:  Mayıs - Haziran 2019 Başlıca Oyuncular ve Rolleri: Jared Harris:  Valery Legasov (Felaketi araştıran ve temizleme çalışmalarına öncülük eden bilim insanı) Stellan Skarsgård:  Boris Shcherbina (Hükümet yetkilisi, Bakanlar Kurulu Başkan Vekili) Emily Watson:  Ulana Khomyuk (Felaketi araştıran, birçok bilim insanını temsil eden kurgusal nükleer fizikçi) Paul Ritter:  Anatoly Dyatlov (Çernobil Nükleer Santrali başmühendis yardımcısı) Jessie Buckley:  Lyudmilla Ignatenko (İlk müdahalede bulunan itfaiyeci Vasily Ignatenko'nun eşi) Adam Nagaitis:  Vasily Ignatenko (Pripyat itfaiyecisi, ilk müdahale edenlerden) Con O'Neill:  Viktor Bryukhanov (Santralin yöneticisi) Adrian Rawlins:  Nikolai Fomin (Çernobil baş mühendisi) Sam Troughton:  Aleksandr Akimov (Gece vardiyası süpervizörü) Robert Emms:  Leonid Toptunov (Kıdemli mühendis) David Dencik:  Mihail Gorbaçov (Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri) 1. Görünmez Tehdit ve Akut Stres Yanıtları: Radyasyonun Psikolojik Ağırlığı Felaketin belki de en korkutucu yönü, düşmanın görünmez, kokusuz ve sessiz olmasıydı. Radyasyon, elle tutulur bir tehdit olmaktan çok, soyut bir ölüm habercisiydi. Bu durum, olaylara ilk müdahale eden itfaiyecilerden tahliye edilen sivil halka kadar herkeste yoğun bir akut stres tepkisi yaratmıştır. Dizide gördüğümüz: Şok ve İnkar:  İlk anlarda yetkililerin ve hatta bazı bilim insanlarının olayın vahametini kabul etmekte zorlanması, tehlikeyi küçümsemesi, güçlü bir inkar mekanizmasının devrede olduğunu gösterir. Bu başa çıkılamayacak kadar büyük bir gerçeklik karşısında zihnin kendini koruma çabasıdır. Vasily Ignatenko'nun eşi Lyudmilla'nın, kocasının durumunun ciddiyetini uzun süre kabullenememesi de bireysel düzeyde bu inkarı örneklendirir. Akut Stres Bozukluğu Belirtileri:  Karakterlerin yaşadığı kafa karışıklığı, gerçeklikten kopma hissi (dissosiyasyon), aşırı uyarılmışlık hali ve olayı tekrar tekrar yaşama (flashback'ler olmasa da zihinsel meşguliyet) gibi durumlar, akut stres bozukluğu tablosuyla paralellik gösterebilir. 2. Sistemin Gölgesinde Kolektif Travma ve Kurumsal İnkar Chernobyl, bireysel trajedilerin ötesinde, bir toplumun ve bir sistemin travmaya nasıl tepki verdiğini de gözler önüne serer. Sovyet sisteminin katı hiyerarşisi, gizlilik kültürü ve devletin itibarı nı koruma güdüsü, felaketin psikolojik etkilerini katmerlemiştir: Bilgi Kirliliği ve Güvensizlik:  Gerçeğin saklanması, bilgilerin çarpıtılması, halk arasında derin bir güvensizlik ve paranoya yaratmıştır. Neye inanacağını bilememek, kontrol kaybı hissini pekiştirerek kaygıyı artırmış. Kolektif Yasın Engellenmesi:  Açıkça konuşulamayan ve tartışılamayan bir felaket, sağlıklı bir kolektif yas sürecini de engeller. İnsanlar kayıplarını (sağlık, ev, sevdikleri, gelecekleri) tam anlamıyla işleyememiş, bu da travmanın nesiller boyu sürebilecek etkilerine zemin hazırlamıştır. Sistemsel Baskı ve Öğrenilmiş Çaresizlik:  Sistemin bireyi değersizleştirmesi, itirazların bastırılması, insanlarda ne yaparsam yapayım sonuç değişmez hissi yaratan öğrenilmiş çaresizliğe yol açabilir. Ancak dizi, bu çaresizliğe rağmen harekete geçenleri de gösterir. 3. Fedakarlığın ve Kahramanlığın Psikolojisi: İnsanüstü Mücadelenin Ardındaki Motivasyonlar Dizi; itfaiyeciler, likidatörler olarak bilinen temizleme işçileri, madenciler ve bilim insanları gibi sayısız isimsiz kahramanın akıl almaz fedakarlıklarını gösterir. Bu durumun psikolojik dinamikleri karmaşıktır: Görev Bilinci ve Sorumluluk:  Pek çok kişi için harekete geçmenin temel motivasyonu, mesleki veya insani görev bilincidir. Bu da bireyin kendi kimliğinin ve değer sisteminin bir parçasıdır. Özgecilik (Altruism):  Başkalarının iyiliği için kendi hayatını riske atma durumu, özellikle kriz anlarında belirginleşebilir. Bu durum hem derin bir empati yeteneğiyle hem de grubun hayatta kalmasına yönelik içgüdüsel bir çabayla açıklanabilir. Ölümle Yüzleşme ve Anlam Arayışı:  Ölümcül bir tehlikeyle burun buruna gelmek bazı bireylerde varoluşsal bir anlam arayışını tetikleyebilir. Kendi hayatını daha büyük bir amaç uğruna feda etmek bu anlamsızlık hissiyle başa çıkma yolu olabilir. Baskı ve Seçeneksizlik:  Bazı durumlarda ise kahramanlık, bireysel bir tercihten çok sistemsel baskı veya başka bir seçenek olmamasının sonucu olabilir. Ancak dizi, bu baskıya rağmen içsel bir motivasyonla hareket edenleri de vurgular. 4. Gerçeğin Peşinde: Legasov ve Khomyuk'un Ahlaki ve Psikolojik Mücadelesi Valery Legasov ve (kurgusal ama birçok bilim insanını temsil eden) Ulana Khomyuk karakterleri, dizinin ahlaki ve psikolojik çekirdeğini oluşturur. Onların mücadelesi, gerçeğin bedeli üzerine düşündürür: Bilişsel Çelişki:  Legasov, bildiği gerçekler ile sistemin ondan talep ettiği yalanlar arasında sıkışıp kalır. Bu durum, yoğun bir içsel çatışma ve bilişsel çelişki yaratır. Bu çelişkiyi çözme çabası onun hem kahramanca adımlar atmasına hem de sonunda trajik bir sona sürüklenmesine neden olur. Ahlaki Yaralanma:  Hem Legasov hem de Khomyuk doğru olduğunu bildikleri şeyi yapmalarının engellenmesi veya yalan söylemeye zorlanmaları nedeniyle ahlaki bir yaralanma yaşarlar. Bu durum kişinin kendi ahlaki değerlerine ihanet ettiği veya buna tanık olduğu durumlarda ortaya çıkan derin bir psikolojik yara olabilmektedir. Gerçeğin Yükü:  Felaketin boyutunu ve nedenlerini anlamanın getirdiği bilgi yükü, bu karakterler üzerinde ağır bir psikolojik baskı oluşturur. Bu bilgi, onları hem sorumlu hem de yalnız hissettirir. Temsili İllüstrasyon İnsan Ruhu, Hakikat ve Kırılgan Sistemler Üzerine Bir Ders Chernobyl, sadece tarihi bir olayı anlatmanın ötesinde insan psikolojisinin en uç koşullarda nasıl tepkiler verdiğine dair güçlü bir vaka çalışması sunuyor. Travmanın bireysel ve kolektif boyutlarını, inkarın yıkıcı gücünü, fedakarlığın karmaşık doğasını ve gerçeğin peşinde koşmanın ağır bedelini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Dizi bize, görünmez tehditlerin sadece fiziksel değil aynı zamanda derin psikolojik yaralar açabileceğini; sistemlerin, bireylerin ruh sağlığı üzerinde ne kadar belirleyici olabileceğini ve en karanlık anlarda bile insan ruhunun dayanıklılık ve anlam arayışından vazgeçmeyebileceğini hatırlatıyor. Chernobyl, hakikatin ne kadar kırılgan olduğunu ve onu korumanın sadece politik değil aynı zamanda derin bir psikolojik zorunluluk olduğunu vurgulayan unutulmayacak bir ders niteliğindedir. İzleyecek olanlara iyi seyirler dilerim. 📽 Temsili İllüstrasyon

  • Empati Nedir? Sempatiyle Karıştırılır Mı?

    Sevdiklerinizin ve yakınlarınızın zaman zaman farklı davrandığını ve bu davranışlarını garip bulduğunuz oldu mu? Öte yandan, sokakta gördüğünüz insanların size göre normal olmayan davranışlarını gördüğünüzde rahatsız hissettiniz mi? Son olarak; bütün bunları düşünürken, insanların neden böyle davranıyor olabileceğini düşündünüz mü? Eğer düşünmeden yargıya vardıysanız, sizin empati konusunda bazı eksiklikleriniz olabilir. Empati, karşınızdaki kişinin yaşadığı olay ve durumlarda nasıl düşünebileceğini ve hissedebileceğini anlamaya çalışmanızdır. Karşınızdaki insanın bir anda duvarı yumruklaması, onun kavgacı biri olduğunu göstermeyebilir. Kötü bir haber almış ve o habere karşı verdiği tepki olabilir. Empati duygusu yüksek bir insan böyle bir durumda karşısındakini yargılamadan, açık fikirle dinleyerek ve anlamaya çalışarak o kişiyle arasındaki iletişimi güçlendirir, çatışmaları azaltabilir.   Bunu yapabilmeniz için öncelikle kendinizi tanımak ve doğru ifade etmeyi bilmeniz gerekiyor. Bireysel düşüncelerinizden emin olup karşı tarafa aktarabildikten sonra karşı tarafı daha iyi anlamaya ve empati yeteneğinizi geliştirmeye başlayabilirsiniz. Empati yeteneğinizi geliştirebilmek için karşınızdaki insanı eleştirmeden size uygun düşünceler olmasa bile anlayabilmeniz için yargılamadan dinleyebilmeniz gerekir. Bununla birlikte, iyi bir dinleyici olarak karşınızdakini kesmeden, konuşurken müdahale edip kendi düşüncelerinizi empoze etmeye çalışmadan, aktif ve sabırlı bir şekilde dinleyebilmeniz gerekiyor. Karşınızdaki kişiyi daha iyi anlayabilmek ve ilgilendiğinizi göstermek için sorular sorabilirsiniz ama bunların açık uçlu olmasına dikkat etmenizde fayda var. “Böyle mi yaptın?, Şunu mu yaptın?” gibi sorular yerine “Nasıl oldu? Bunu yaparken neler hissettin?” gibi 5N1K soruları bu konuda size yardımcı olabilir. Son olarak karşı tarafa, onu anladığınızı hissettirecek sözler veya davranışlar gösterebilirsiniz.   Empati duygusunu geliştirmeye çalışırken yapılan hatalardan biri olarak sempati duymak ile karıştırılması, dikkat edilmesi gereken noktalardan biridir. Bunun için sempatinin ne olduğunu da bilmemiz gerekiyor. Sempati, sıcakkanlılık olarak tanımlanan, ilgili kişiyi koruma isteğidir. Sebepleri haklı veya haksız olsun, onu savunmak, onun tarafını tutmaktır. Karşınızdaki ne hissederse sizin de onu hissetmenizdir. Bir siyasi partiye veya bir topluluğa üyesi olmadığı halde yüksek seviyede sevgi gösteren insanlara da sempatizan denmesi de bu yüzdendir.   Empatiyle sempati arasında karıştırılan noktalardan birisi, empatide karşıdaki kişinin yaşamı üzerinden durumu anlamaya çalışmak gerekirken, sempatide aynı durumdaki kişinin hissiyatları ve yargılarıyla benzer hissiyat ve yargıyla hareket ederiz. Empatiyle sempati arasındaki ilişki, anlamak ve hak vermek arasındaki fark gibidir, Empatide tasvip etmek önemli değildir ve çözüm odaklıdır. Sempatide onaylamak önemlidir ve bir çözüm amacı gütmez.   Empati, bir insana psikolojik olarak sarılmaktır.  -Lawrence J. Bookbinder Psikolog Canberk Akkonak

bottom of page